Alpay Erdem ve Gökben Hızlı Sayar stand up gösterisi için sahnede. Erdem, mizahçının ehlileştirilemeyeceğini söylüyor. Sayar da bu düşünceyi, “Baskı oldukça mizah daha da alevleniyor” sözleriyle destekliyor.

Baskı arttıkça mizah alevlenir
Alpay Erdem, Işıl Çalışkan ve Gökben Hızlı Sayar. (Fotoğraf: Erkin Can Seyhan)

Işıl ÇALIŞKAN

Karikatürist, komedyen Alpay Erdem ve psikiyatr Gökben Hızlı Sayar, bir stand up gösterisi için bir araya geldi. ‘Bi Gökben, Bi Alpay’ ismiyle sahne alan ikili, gösterisinde gündelik yaşamdan kesitler sunuyor. Kâh trafikte muz yemenin inceliklerinden bahsediyorlar, kâh dolmuş şoförünü düelloya davet ediyorlar. Tanıştıktan sadece bir hafta sonra seyirci kaşısı çıkan ikili, birlikteliklerinden doğan enerjinin gücüne inanıyor. Şimdi ise enerjilerini de yalarına alıp Türkiye turnesine çıkacaklar. Alpay Erdem ve Gökben Hızlı Sayar ile mizahlarının inceliklerini konuştuk.

Nasıl bir araya geldiniz?

Alpay Erdem: Ben 16 Nisan’da Beyoğlu Leman Kültür’de sahneye çıktım. Gökben de izlemeye gelmiş. Biz öyle tanıştık. Bu vesileyle birbirimizden haberimiz olmuş oldu. Tanışır tanışmaz da bir yakınlık oldu. Sonrasında ise “Beraber bir şeyler mi yapsak” dedik. Her şey çok hızlı gelişti. 16’sında tanıştık ve 23’ünde birlikte sahnedeydik.

‘Bi Gökben, Bi Alpay’ gösterisinin fikri nasıl ortaya çıktı?

A.E.: Ben kendime hep bir partner arıyordum. İkili stand up yapmak istiyordum. Fakat bir türlü “Tamam, bu arkadaşla yaparız” diyemiyordum. Gökben’i görür görmez, daha hiç dinlemeden “Tamam” dedim.

Gökben Hızlı Sayar: Alpay beni ilk kez sahnede, birlikte çıktığımızda izledi.

A.E.: Benim bir insanı izlememe gerek yok, görür görmez anlıyorum. Hiçbir şekilde ne yanılttı, ne şaşırttı. Ortaya müthiş bir uyum çıktı. İzleyicimiz de çok memnun, biz de. Her şeyden önce çok eğleniyoruz.

Nasıl bir konsepti var?

G.H.S: Önce ben sahneye çıkıyorum ve selamlıyorum, tarzımız birbirinden biraz farklı. Alpay gerçek bir şov adamı, bir stand upçı. Ben ise düğün sahibi gibiyim. Herkesi kapıda karşılarım, öpüşürüz. Ben o sırada sahneye çıkmış oluyorum. Sonrasında günlük hayatla ilgili ufak tefek şeylerden bahsediyorum. Ben bir yandan da psikiyatri profesörüyüm. Oradan nasıl stand-up’a geçtiğimle ilgili bir şeyler anlatıyorum ve Alpay’ı çağırıyorum. Alpay kendi yaşamından bazı kesitler anlatıyor. Sonrasında bir ara veriliyor. Sonra ben çıkıyorum ve ben de kendi yaşamımdan bazı kesitler anlatıyorum. Genel olarak tarzımız böyle. En son birlikte de kapatıyoruz.

Gösterinin ne kadarını doğaçlama oluşturuyor?

G.H.S.: Aslında nelerden bahsedeceğimiz belli. Çok az bir kısmını doğaçlama oluşturuyor. Başlıklar var yani.

A.E.: Sahneden sahneye de değişebilir. Bazen doğaçlaması çok olur, bazen az. Sahneden sahneye, kitleden kitleye. Bazen bir şey sorarsın cevap alamazsın, bazen bir şey sormana bile gerek yok, atlarlar. Biraz seyircisine bağlı. Şöyle bir durum da oluştu. Ankara oyunu ile son oyun arasında bir fark oluştu. Bölüm attım, çıkardım, ekledim. Bu işin ruhuna uygun bir set ortaya çıktı. Ortaya çıkan işten ben çok memnunum. Biraz farklı bir mizah anlayışımız var evet ama izlediğim yola bakıyorum. Çok çok önceden konuşulmuş bir iş gibi. Çok zordur bunu başarmak.

EN ÇOK ALPAY’A GÜLERİM

Sizi ne buluşturuyor? “Çok farklıyız” diyorsunuz ama birliktesiniz?

A.E.: Çok farklı değiliz aslında, farklı mıyız? Biraz farklı diyelim.

G.H.S.: O kadar farklı değil. Benim bu hayatta en çok güldüğüm insan Alpay diyebilirim.

A.E.: Zaten mizah anlayışımız aynı olsa ne işimiz var birlikte bizim? Niye bir şeyler yapalım? Birbirimizden çok şey öğrendik.

G.H.S.: Alpay eski bir karikatürist olduğu için ben onun okuru ve hayranıyım. Bir yandan da çok iyi arkadaş olduk.

A.E.: Her gün yazışıyoruz, fırsat buldukça bir yerlere gidiyoruz, film izliyoruz.

Mizah anlayışınızı belirlerken hassasiyetleriniz neler oluyor? Ya da oluyor mu?

A.E.: Aslında bizim Gökben ile sorunsuz bir iş çıkarmamızın altında yatan neden de bu. Ben de Gökben de hassasiyetlere çok önem veriyoruz. Kimsenin kalbini kırmak istemiyoruz, kırmıyoruz da yani. Gelen herkes mutlu olsun. Mesela bizde küfür yok.

G.H.S.: Temiz bir dil olsun. Kimseyi rencide edecek herhangi bir espri yok. Milli hassasiyetlerimize de dokunmuyoruz.

A.E.: Eskiden küfür kullanıyordum ama baktım ki sahnede gerek yok. Yazarlığımızda, çizerliğimizde yeri gelince kullanıyorum ama sahnede kullanmamaya gayret ediyorum. Zaman zaman ağzımdan kaçıyor ama onlar da sayılmaz.

ÖZGÜRLÜKLERİN TARAFINDAYIM

Ofansif mizah tartışmalarına nasıl bakıyorsunuz?

A.E.: Yapılabiliyorsa harika bir şey. Ben sonuna kadar özgürlüklerin tarafındayım. Ama bazen şunu da görüyorum bazı arkadaşlarımız ‘mizah yapamıyorum’ demiyor da ‘ofansif mizah yapıyorum’ diyor. Önce güldür bizi. Ofansif mizah ustalık isteyen bir şey, yapabiliyorsan biz de seni alkışlayalım. İyi mizah, kötü mizah diye bir şey vardır.

G.H.S.: Katılıyorum. Ben ilk karşılaştığımda şaşırdım niye böyle bir şey yapıyor diye. Alpay dedi buna ‘ofansif mizah’ diyorlar. Açıkçası ben iyi bir ofansif mizah izlemedim. Yoktur demiyorum ama ben izlemedim. Ofansif mizah adında yapılanlar kötü ve itici geliyor.

Ülkedeki baskıcı ortam sizi etkiliyor mu? Kendinize oto sansür uyguladığınız oluyor mu?

G.H.S: Ben dini ya da siyasi değil ama hekim olduğum için hastalarla dalga geçiliyormuş gibi hissedilebileceğini düşündüğüm bazı yerleri sansürlüyorum. ‘Bunu anlatmamalıyım’ diyorum. Klinikle ilgili hikâyelerde benim anlayamadıklarım ya da yanlış anladıklarım. Hastalarla ilgili değil yani. Benim başıma gelenler. Benim anlattığım olaylar genelde hastaneden çıkmışsın, eve gelmişin, bir şeyler anlatıyorsun ama evdekiler doğru anlamıyor ya da klinikte doktorlarla aramızdan geçenler. ‘Doktorlar bizim sıkıntılarımızı mizah malzemesi yapıyorlar’ denilmesini istemem. Onun için dikkat ediyorum. Onun dışında, oto sansür uygulayacak bir alanımız olmadı.

A.E.: Gökben’in anlattığı hiçbir şeyden rahatsız olmadım.

Mizahın sınırları nerede başlar, nerede biter?

A.E.: Bence hiçbir yerde bitmez. Ne olursa olsun bu bir şaka sonuçta. Şaka ile gerçek arasında çok büyük bir ayrım var. Bir de bence çok alıngan bir toplumuz. Toplumların medeniyet seviyeleri de alınganlıklarıyla ölçülür. Bu alınganlıktan kurtulalım yani. En fazla gülmeyelim, bir daha o kişiye bilet almayalım ama hapse attırmak, linç etmek, yargılamak falan olmasın. Bir komedyenin başınca gelebilecek en kötü şey seyirci bulamamak olsun. Ne oluyoruz yani? Bunun sonu yok. Biz karikatür çizerken şöyle öğrendik: Eğer bizi eleştirirsen biz daha da fenasını yapıyorduk. Mizahçı ehlileştirilemeyen bir yaratık. Üzerine gitmeyeceksin.

G.H.S.: Kişisel sınır var, mizahın kendisiyle ilgili değil de. Baskı oldukça mizah daha da alevleniyor.

HAZİRAN PROGRAMI:

17 Haziran Cuma 21.00: Ankara Route
18 Haziran Cumartesi 20.00: Eskişehir F / Stop
19 Haziran Pazar 21.00: Uşak The Liama
20 Haziran 21.00: İzmir Performance Hall
21 Haziran Salı 20.30: Bursa L’alibi Meşelipark