Türkiye gibi ifade özgürlüğünün iktidar ve yargı tarafından baskılandığı diyarlarda sosyal medya bu baskı eşiğini atlamaya ve gerçek kimliğinin ötesinde anonim bir kimlik yaratarak kendini ifade edebilmene, fikirlerini paylaşabilmene olanak tanıyor. Peki ya kartın öteki yüzünde bizleri neler bekliyor?

Baskı eşiğini atlatmak: Anonimlik

ANIL ATAŞ

Bilişim çağıyla birlikte hayatımıza sosyal medya diye yeni bir iletişim aracı girdi. Vikipedi’ye göre sosyal medya, “tek yönlü bilgi paylaşımından çift taraflı ve eş zamanlı bilgi paylaşımına ulaşılmasını sağlayan medya sistemi” ve “kişilerin internet üzerinde birbirleriyle yaptığı diyaloglar ve paylaşımların bütünüdür.” Sosyal medya kullanımının gittikçe yaygınlaşmasıyla, hayatımıza bir ‘medya sistemi’nin yanı sıra anonimlik kavramı da kazandırılmış oldu.

Sosyal medyanın insanlara kazandırdığı anonimliği iyi ve kötü olarak her iki şekilde de değerlendirmek pek mümkün. Özellikle Twitter’da bu anonimliğin kullanıcıya kazandırdığı pek çok artı değerden söz edilebilir. Türkiye gibi ifade özgürlüğünün iktidar ve yargı tarafından baskılandığı diyarlarda sosyal medya bu baskı eşiğini atlamaya ve gerçek kimliğinin ötesinde anonim bir kimlik yaratarak kendini ifade edebilmene, fikirlerini paylaşabilmene olanak tanıyor. İnsanlar, özellikle son zamanlarda sosyal medyadaki ifadeleri nedeniyle gözaltına alınan ve haklarında dava açılanları gördükçe bu platformlarda gerçek kimliklerinden ziyade anonim kimliklerle fikirlerini beyan etmeyi daha cazip buluyor. Muhalif görüşlerinden dolayı mezun olunca iş bulamama, kamuya atanamama çekincesiyle günümüzde pek çok genç sosyal medya hesaplarını ya gizli ya da anonim olarak kullanıyor. Böylelikle, anonimlik alışılmış çaresizliğin de etkisiyle gittikçe normalleşen bir yönteme evriliyor.

Sosyal medyanın ortaya çıkardığı “fikirlerini kendin olarak beyan edip aynı zamanda kim olduğunu gizleme” olanağı aslına bakıldığında geçmiş yıllarda dergi ve gazetelerdeki mahlas kullanımıyla kimi noktalarda benzeşiyor. Ancak bu sefer de fikir beyan eden kişilere değil, fikirlerin beyan edildiği yayınlara ‘bedel’ ödetiliyordu. Öte yandan sosyal medyayı ele aldığımızda ise bu ‘bedel’in –her ne kadar denense de– bu mecralara ‘ödetilemediğini' görüyoruz. İktidar veya yargı her ne kadar bu kurumları sıkboğaz etse de sadece fikir beyan ettiği için kullanıcılarının kişisel verilerini iktidarla paylaşma meyili pek görünmüyor. Tabi bu söylediğim Türkiye’de herhangi bir temsilcisi bulunmayanlar için geçerli. Bildiğiniz üzere Türkiye yakın zamanda çıkardığı yeni düzenleme ile bu kurumlara Türkiye’de temsilci bulundurma zorunluluğu getirdi. Böylelikle bu şirketlerin Türkiye’ye vergi ödemesinin altyapısı hazırlanırken buzdağının görünmeyen kısmında ise uygulanmak istenen baskı için yeni formüller düşünüldüğünü söyleyebiliriz. Hem dünyanın en büyük şirketlerinden vergi alabilecek, hem de gerek duyduğunda kullanıcıların verilerini almak için temsilciler üzerinde baskı oluşturabilecek. Bu baskıyı ne kadar oluşturabileceği tartışılsa da iktidar için adeta bir kazan-kazan durumu.

KARTIN DİĞER YÜZÜ

Konuyu dağıtmadan; sosyal medyanın getirdiği anonimlik ile ifade özgürlüğünün baskılara boyun eğmeden sürdürülebilmesi, bu meselenin iyi yönüydü. Kartın diğer yüzünde ise bu anonimliğin getirdiği özgüven ve iktidar baskısının yanı sıra toplum baskısından da sıyrılmanın getirdiği ‘koruma’ ile dilediği şahsa veya kuruluşa dilediği hakareti veya suçlamayı yöneltebilme cüretini bulan hayli geniş bir kesim var. Gerçek kimliklerinin açığa çıkmayacağından ve karşısındaki kullanıcı ile yüz yüze gelmek zorunda kalmayacağından emin olan kimi kullanıcılar nezaketten kendisini kolayca sıyırabiliyor, dilediği toksikliği veya saldırganlığı sosyal platformlar aracılığıyla gösterebiliyor. Bilgisi olmadığı bir konuda hiçbir dayanağı olmasa da kendinden emin bir şekilde fikir beyan edebiliyor, ‘2+2=4’ diyen bir profesöre ‘Bu böyle değil, araştırmanızı öneririm’ diyebiliyor. Çünkü gerçekler ortaya konduğunda ayıplanan kişi Ahmet değil, @bilmemkim olacak. İnsanlar, gerçek kimlikleriyle girdikleri tartışmalarda kendilerini doğrulayacak teorik birikimle fikirlerini ortaya koyarlar çoğu zaman. İş sosyal medyaya gelince, yukarıda bahsettiğim sebepten dolayı çoğu zaman kimsenin ortaya attığı fikri neden veya neye dayanarak attığını kestiremiyoruz. Keza fikri atan kişi de fikrini doğrulayacak, savunacak altyapıya gereksinim duymayabiliyor, sonuçta mesuliyet Ahmet’te değil @bilmemkim’de. Dolayısıyla Ahmet, yanlış olanı bilse bile, gönül rahatlığıyla birinin montajlı fotoğrafını paylaşıp ‘terörist’ damgasını yapıştırarak bununla övünebiliyor. Tabii bir de AKP’li Ahmet Hamdi Çamlı –namıdiğer Yeliz– gibi kendilerinin trollüğünü yapan bir tayfa daha var. Ancak onlar farklı bir vakanın konusu olabilir.

Bu anonimlik sağ olsun, AKP de benzer yöntemlerle sosyal medyayı kullanmaya, orada da söz sahibi olmaya çabalıyor. Gezi Direnişi'nin peşi sıra sosyal medyada bilgi kirliliği yaratma, muhalefeti itibarsızlaştırma, AKP propagandası yapma ve bireylere saldırma gibi gayelerle ortaya çıkan ve sosyal medyanın kontrgerillası misali takılan Aktrollerin devlet destekli bir organizasyon olduğu ve devlet tarafından finanse edildiği ilk olarak 2015’te “Yeni Türkiye Digital Ofisi” adı altında doğrulandı. Sözde ‘gayriresmi’ olan bu ordu, sosyal medyada anonim kimlikler kullanarak dilediği şahsa veya kuruluşa dilediği hakareti veya suçlamayı yöneltebiliyor, tepki gösterildiğinde ise bu anonimliğin ardına gizlenerek tepkilerden sıyrılabiliyor. İş yargıya taşındığındaysa iktidar trollerini tanımıyormuş, kendisiyle bağları yokmuş gibi davranabiliyor. Bunun en güncel örneği geçtiğimiz günlerde afişe olan İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un paylaşımlarını yayan ‘seküler görünümlü’ sahte hesap ordusu. Tabii ki bu hesaplar ne İletişim Başkanlığı ne de Altun tarafından sahiplenilmeyecektir.

PEKİ BUNLARLA NASIL BAŞ EDECEĞİZ?

Açıkçası bu sorunun kesin bir cevabı yok, buna karar verecek yetkinliğe sahip olduğumu da düşünmüyorum. Konuya bir örnek üzerinden yaklaşmak istiyorum. Twitch isimli oyun yayını yapılan platformu ele alalım. Birkaç yıl öncesine bakıldığında yayıncıların toksik kitle tarafından çok fazla taciz edildiği, bu platformu takip eden herkes tarafından bilinen bir gerçek. Mesela Twitch bu toksiklikle çalkalanırken Facebook’a geçen yayıncıların sohbetinde bir tane toksik kullanıcıya rastlamak mümkün değildi. Neden? Çünkü orada herkes gerçek kimliğiyle mesaj yazıyordu. O mesajı attığını eşi dostu görebilirdi, bu sefer @bilmemkim değil Ahmet ayıplanırdı. Bu da hiç hoş olmazdı. (Bu örnekle ‘sosyal medyada herkes gerçek kimliğini kullanmalı’ demeye getirmek istemiyorum, yanlış anlaşılmasın.)

Şimdiyse bu kitlenin neredeyse yok olduğunu görüyoruz. Peki yayıncılar bunu nasıl sağladı? Kendi aralarında bir ağ oluşturup tüm toksikleri her kanalda engelleyerek, onları dışarıda tutarak, yalnızlaştırarak. Artık anonim kimlikleriyle toksik davranış sergileyen bireyler yayınlarda barınamıyordu, toksikliğe göz açtırılmıyordu. Dahil olmak istediği bir toplulukta davranışları yüzünden dışlanan, öteki bırakılan kullanıcılar biraz da mecbur kalarak bu davranışlardan arınmaya başladı. Tekrar o ortamda bulunabilmesi için değişmesi gerektiği yüzüne tokat gibi çarptı.

Yukarıdaki örnekten de yola çıkarak, bana kalırsa Twitter veya herhangi bir sosyal medya platformunda da bu kitleye karşı benzer bir tavrın uygulanması, ellerine malzeme verilmemesi gerekiyor. Kabul görecekleri bir ortam kalmadığında onlar da elbet doğru davranmayı, saygı sınırlarını korumayı, temkinli olmayı öğreneceklerdir. Aktrollere gelince, onlara çok da takılmamak gerektiğini düşünüyorum. Twitter, AKP ile bağlantılı manipülatif paylaşım yapan 7 bin 340 hesabı kapattığı gibi, şikâyetlere kısa sürede dönüş yaparak genellikle olumlu yönde işlem uyguluyor. Hesabı kapatılmayanlar da bırakın kendileri çalıp kendileri söylesin.