“O dönemi, oburca ağzını açıp gençleri yutan bir canavar olarak tanımlarım. 12 Eylül darbecileri, bu canavarı hunharca gençlerin üzerine saldılar. Gençliğin dinamik yapısını ülke ve toplum yararı için harekete geçirmek yerine, onları yerin soğuk derinliklerine ve cezaevlerinin soğuk duvarları arasına gömdüler”

Baskı rejimi devam ediyor

YAREN ÇOLAK

Phoenix Yayınları’ndan çıkan ikinci romanı Nur-i Cemal ile okurların karşısına çıkan Recep Kadak, pek çoğuna bizzat tanık olduğu 80’li yılların toplumsal mücadelesini ustaca işliyor. Romanda adil ve özgür bir dünya hayaliyle yola çıkan Cemal’i okurken, Batman özelinde ülkede İslamcı hareketlerin gelişimini de gözler önüne seriyor. Kadak ile o dönemi ve Nur-i Cemal üzerine konuştuk.

Bir dönem romanı olarak Nuri-Cemal Batman’ın 80’lerini anlatıyor. Romanın kahramanı Cemal’i bu dönemin kasou içinde nasıl tanımlıyorsunuz?

Roman 1975-1984 yılları arasında Batman’a yoğunlaşmış olsa da ülke gerçeğiyle bağlantılı olarak 2015 yılına kadar kısa hatırlatmalarla kırk yıllık bir süreyi kapsıyor. Cemal’i 1980 öncesi göreli özgürlük ortamında örgütlenen toplumun bireyleri arasında oluşan siyasal bilincin yansıması olarak tanımlarım. Bu bilinç, çok genç yaşına rağmen ülke için, toplum için bir şeyler yapabilme ve bir katkı sunabilmenin yarattığı etkinin yansıması olarak da tanımlanabilir diye düşünüyorum.

O dönemi, oburca ağzını açıp gençleri yutan bir canavar olarak tanımlarım. 12 Eylül darbecileri, bu canavarı hunharca gençlerin üzerine saldılar. Gençliğin dinamik yapısını ülke ve toplum yararı için harekete geçirmek yerine, onları yerin soğuk derinliklerine ve cezaevlerinin soğuk duvarları arasına gömdüler. Ayrıca bu dönemi, siyasal bilinç kazanmış olan gençliği toptan imha etme isteğinden başka bir şekilde tanımlamak mümkün değil.

İSLAMCI HAREKET GÜÇLENDİRİLDİ

Batman, özellikle bu dönem hem sol hem Kürt hareketi hem de İslamcı hareketlerin mücadele alanıydı. Romanda da İslamcı hareketin sol ve Kürt hareketine karşı gelişimi anlatılıyor. Buna ilişkin neler söylersiniz?

12 Eylül öncesinde Türkiye’nin bütün şehirlerinde olduğu gibi Batman’da da kutuplaşmalar bütün acımasızlığıyla kendini gösteriyordu. Ben bu süreci siyasal bilincin gelişim süreci olarak görüyorum. Siyasal bilinçten kastım, geleneksel siyasal çizginin dışına başkaldırarak çıkılmasıdır. Her dönüşüm sancılıdır ama Türkiye’de hiç kimsenin beklemediği hatta tahmin bile edemediği bu dönüşüm geleneksel siyaseti yerle bir edip daha bilinçli ve daha radikal bir siyasi evreye taşıdı. Sonrasında ise kurgulandığına inandığım ve her yerinden kan fışkıran bir gerçeğe dönüştü.

Batıda esen sol siyasi rüzgârın etkisi Batman’a da geldi. Kısa zamanda gruplaşmalar oldu. Türk ve Kürt Solu diye ikiye ayrıldı. Her grup kendi etki alanını genişletmek için canhıraş bir uğraşla çalışmalar yürüttü. Daha fazla sempati yaratmak için arada bir buluşarak yaptıkları tartışmalar, kısa bir zaman sonra yerini silahlı çatışmalara bıraktı.

Batman’da sol hareketler, hem etkinlik oluşturmaya çalışıp hem de kendi aralarında çatışmalar yaşarken; dini duyguları güçlü olan halkın içinde sessizce örgütlenen İslamcı hareket de etkinlik göstermeye başladı. Devletin onları görmezden gelmesi ya da sempatiyle yaklaşması onlara çok geniş ve çok rahat bir alan yarattı, sahip oldukları bu rahatlık sayesinde onlar da etkinlik göstermeye başladı. Çatışmalı ortamda ayrım gözetmeden hem Kürt hem de Türk solu karşısında yerini aldı. Etkinliklerini artırmak için özellikle Cuma namazlarından sonra cemaati yapacakları etkinlik ve eylemlere yönlendiriyorlardı. Cemaati yönlendirdikleri iki eylem önemli bir olguyu işaret ediyordu. İki eylem de İlerici Gençler Derneği’ne yönelikti. Birincisi, teravih namazından sonra “Burada Allahsız komünistler var!” diyerek taşlamaları, ikincisinde ise yine aynı söylemlerle derneği taşlayıp, ardından derneğe girerek içerideki birkaç kişiyi de birlikte yakmak için her yere gaz dökerek ateşe vermeleri eylemiydi.

Bu olaydan 14 yıl sonra Batman’dan Sivas Madımak Oteli’ni yakma görüntülerini izlerken aynı hastalıklı ve acımasız ruh halinin benzerliği ve değişmezliği beni hayrete düşürmüştü.

OKUYAN ARTTIKÇA YAZAN DA ARTIYOR

Son dönem Batman özelinde birçok roman yazıldı. Edebiyatta Ankara, İstanbul ağırlığı kırılıyor mu?

Son zamanlarda, bütün zorluk ve olumsuzluklara rağmen ülke genelinde edebiyatla ilgili çok olumlu yaklaşımlar var. Her geçen gün yeni yazarlar yetişiyor, yeni romanlar yayımlanıyor. Bu uğraş ve ilgiyi görmek çok sevindirici. Özellikle gençleri bu uğraşın içinde görmek beni çok mutlu ediyor.

Çağdaş yaşam koşulları ve bilişim teknolojileri dünyayı küçük bir köy haline getirdi. Bu teknolojinin olumsuz etkileri olsa da olumlu etkileri kat be kat fazladır. İnsanlar artık odalarından dünyaya açılabiliyor, istedikleri bilgiye çabucak ulaşıyorlar. İstenen düzeyde olmasa da Kitaplara erişimin kolaylığı insanları kitap okumaya yönlendiriyor. Okuyan birey sayısı arttıkça, yazan insan sayısı da artıyor.

Batman özelinde, edebiyatın değişik türlerinde eserleri okuyan insanların eskiye oranla artmasının sonucunda, okurlar edebiyata daha çok yakınlaştı. Bu yakınlık sayesinde, yazma eyleminin kendiliğinden harekete geçtiğini düşünüyorum.

Son zamanlarda Batmanlı yazarların İstanbul ve Ankara’da ağırlığını görmek çok sevindirici. Batman’ın edebiyatta İstanbul ve Ankara’nın ağırlığını kırmak yerine çok önemli katkılar yaptığına inanıyorum. Bu vesileyle, İstanbul ve Ankara’nın Batman’la edebiyat bağının kurulması ayrı bir sevinç kaynağıdır bizler için.

ERKİN VARLIĞI SÜRÜYOR

İşiniz sebebiyle 8 yıldır yurtdışında yaşıyorsunuz, 80’leri yaşayan biri olarak bugünün Türkiyesi hakkında neler düşünüyorsunuz, 80’lerden elbette farklı ama daha kötüye gidiş seziyor musunuz?

Öncelikle dünya 80’lerdeki dünya değil, o zamanki içe kapanıklık, kopuk bağlar yok artık. Dışa açılmış, sanal ortamlarda bile olsa dünya ile daha bağlaşık bir ülke görüyorum. Bu durumun etkisi az da olsa önemli olduğuna inanıyorum. Diğer yanda ülkenin geldiği siyasal nokta; son on sekiz yıl değil, son elli yıldan beri değişmeyen ve ebediyete gidecekmiş gibi bir erkin varlığı hâlâ bütün gücüyle kendini gösteriyor.

Kısaca söylemek gerekirse elli yıl önce de insanlar sol kimliklerinden dolayı baskı altındaydı, her an gözaltına alınma ve tutuklanma tehdidini enselerinde hissediyorlardı, bugün de aynı tehdide maruz kalmaları ülkede birçok şeyin değişebileceğini ama sol siyasete dair hiçbir şeyin değişmeyeceğini ve sanki ebediyete kadar devam edecekmiş bir his uyandırıyor insanda.