İroni, Barnes’ın romanında korku, baskı ve bu baskıya sessiz kalmanın yol açtığı huzursuz bir vicdanla yaşamanın zorluğuyla başa çıkmada, bir anlamda hayatta kalmada Şostakoviç’in elindeki en etkin silah olur.

Baskı rejimlerinde  hayatta kalma aracı olarak ironi

SELVİ DANACI

Bir kahraman olarak ölmek mi yoksa bir korkak olarak yaşamak mı daha zordur?

Özellikle baskı rejimleri söz konusu olduğunda bu soruyu cevaplamak bir hayli güç olsa da Julian Barnes, ‘Zamanın Gürültüsü’ adlı biyografik romanında Rus besteci Dimitri Şostakoviç aracılığıyla okuru bu soru üzerine kafa yormaya davet eder. Dahası, bir sanatçının sanatını icra edebilmek için nelerden fedakârlık edebileceğini gözler önüne sererek bizleri korkaklığın kimi zaman kahramanlıktan çok daha fazla cesaret gerektirdiği gerçeğiyle yüzleştirir. Hayatta kalmanın zorlu bir mücadeleye dönüştüğü Stalin iktidarında Şostakoviç, nefes almaya devam etmenin beraberinde getirdiği suçluluk, pişmanlık ve korkuyla, içinde bulunduğu toplumu, en çok da kendini sorgulayan bir sanatçı olarak karşımıza çıkar. Şostakoviç bireysel ve sanatsal dürüstlüğünden tavizler vermeye zorlanırken bir yandan da kendini ifade etmek, yaşamını katlanılır kılmak, çağdaşlarına olmasa bile gelecek nesillere hikâyesini kendi bildiği şekilde anlatabilmek için ironiyi sanatında ve söylemlerinde bir araç olarak kullanır. İroni, Barnes’ın romanında korku, baskı ve bu baskıya sessiz kalmanın yol açtığı huzursuz bir vicdanla yaşamanın zorluğuyla başa çıkmada, bir anlamda hayatta kalmada Şostakoviç’in elindeki en etkin silah olur.

BİR MANTAR, BİR KANSER GİBİ BÜYÜYEN İRONİ

Romanın her bölümü Şostakoviç’in içinde bulunduğu zamanın en kötü zaman olduğunu belirtmesiyle başlar. Fakat her seferinde bir öncekinden daha kötüsüyle karşılaşır besteci. Herkes tarafından övgüyle bahsedilen ‘Lady Macbeth of Mtsenk’ operası Stalin’in performansın ortasında salondan çıkıp gitmesi üzerine Pravda tarafından “müzik yerine karmaşa” olarak yaftalanır. Şostakoviç bir gece yarısı saygıdeğer bir besteciden bir halk düşmanına dönüşür, karşı devrimci olmakla suçlanır, müziği yasaklanır, itibarı ayaklar altına alınır. Ülkenin önde gelen bestecileri arasındayken bir anda kendisi, ailesi, hayatı, ama en önemlisi sanatı için korkar hale gelir. Gecelerini karısı ve çocuklarına zarar gelmemesi için evinin önünde sigara içip tutuklanmayı bekleyerek geçirir. Fakat kimse gelmez. Tutuklanmaktan onu kurtaran tek şey sorgucusunun bir gün aniden tutuklanması olur. Stalin eliyle düşürüldüğü sakıncalı konumdan ise on iki yıl sonra yine Stalin eliyle, New York’ta gerçekleştirilen barış konferansına Sovyet Rusya adına gönderilmesiyle bir anda ulusun sesi, medarı iftiharı, saygıdeğer bestecisi konumuna taşınır. Böylesine absürt bir gerçeklikte akıl sağlığını korumasının tek yolu olarak görebileceğimiz ironinin ortaya çıkışı şöyle betimlenir romanda: “Ama bu bir ideal dünya değildi, bu yüzden ironi ani ve garip şekillerde boy attı. Bir gece içinde, bir mantar gibi büyüdü; kanser gibi, felaket getirircesine” (93). Korku iklimi yaratarak Sovyet iyimserliği yaymaya çalışan bir rejimin gölgesindeki kötümser bir Rus besteci için ideal bir dünyada yeri olmayan ironinin nefes almaya imkân sağlayan bir oksijen tüpüne dönüştüğünü söyleyebiliriz. Şostakoviç’in yaşamına ve buna uyumlu olarak Barnes’ın anlatısına hâkim olan ironik yaklaşım ve dil, romanın her köşesinden göz kırpan gerçekleştirilememiş diyaloglar, iktidarla hayali yüzleşmeler, dile dökülemeyen itiraflar şeklinde baskı karşısında sessizliğini koruyan, bireysel ve sanatsal dürüstlüğünden ödünler veren Şostakoviç’in zihnine adeta ışık tutar.

ZAMANIN GÜRÜLTÜSÜNE KARŞI DİRENMEK

Linda Hutcheon, sözcükleri görünürdeki anlamlarının sınırlandırmasından kurtaran ironinin, söylenen ve söylenmeyenin buluştuğu yerde ortaya çıktığını söyler . Barnes’ın anlatısında da ironi tam olarak bu amaca hizmet eder; söylenenle söylenmeyeni bir araya getirerek söylenmek isteneni doğru kulaklara duyurmayı hedefler.

“Gerçekleri konuşmak olanaksızlaştığında -çünkü anında ölüme götürüyordu- konuşmanın başka bir kılığa bürünmesi gerekiyordu […] Böylelikle, gerçeğin de kisvesi ironi oluyordu. Çünkü tiranın kulağı genelde onu duyabilecek kadar güçlü değildi” (91-92).

Barnes’ın bu satırlarda sesi olduğu Şostakoviç’in roman boyunca ortaya koyduğu ironik gözlemler ve ifadeler duymayı bilen kulaklar içindir, tıpkı müziği gibi. Stalin’i son derece rahatsız eden ve Sovyet ruhuna aykırı olmakla suçlanan ‘Lady Macbeth of Mtsenk’i telafi etmek için kaleme aldığı Beşinci Senfoni, Sovyet rejimini ve rejimin zaferini yücelten bir eser olarak değerlendirilip takdir edilse de Şostakoviç aslında bir zafer parodisi bestelemiştir. Müziğine, özellikle de senfoninin son bölümüne yansıttığı ironinin gerçek alıcısı kulaklarını gerçeklere tıkamış olan iktidar değil, duymayı bilen kulaklardır. Bitmek bilmeyen politik propaganda, tehdit, gözdağı, gece yarısı gerçekleştirilen tutuklamalar ve infazlardan oluşan, farklı ve bireysel her sesi bastıran zamanın gürültüsüne karşı Şostakoviç’in umduğu tek şey gelecek nesillerin, duymayı bilen kulakların, onu tarih sayfalarında değil, kendini ifade edebildiği müziğinde tanımasıdır.
Peki ironi gerçekten de baskı altındaki bir sanatçı için etkili bir savunma mekanizması olabilir mi? Bireysel ve sanatsal dürüstlüğünü uzlaşmaya açan ve verdiği tavizler yüzünden kendisine karşı acımasızlaşan Şostakoviç için insanları öldüren bir partiye üye olmanın ironik hiçbir tarafı olmasa da müziğine yansıttığı ironinin bestecinin zamanın gürültüsüne rağmen duymayı bilen kulaklara kendisini en iyi bildiği şekilde anlatmasına olanak sağladığı şüphe götürmez bir gerçek.