ATİLLA ÖZSEVER

BirGün’ün ilk yayın hayatına başladığı 2004’te bir yıla yakın bir süreyle köşe yazısı yazmıştım. Şimdi ikinci kez BirGün okurlarıyla buluşuyoruz. “Emek ve İnsan” isimli bu köşemizde, çalışma hayatının sorunlarını, değerlendirme yazıları ve röportajlarla her pazartesi günü aktarmaya çalışacağız. Bir taraftan da emek ve insanla ilgili kitaplardan alıntılar yapacağız. Fırsat buldukça anekdotlarla süslemeye gayret göstereceğiz. İlginizi, sorunlarınızı, görüşlerinizi bekliyorum. Hoş bulduk…

***
1 Mayıs, anlam ve gücüne uygun kutlanmalı

1 Mayıs yaklaşırken yine nerede kutlanacağı, katılım ve hükümetin tavrı tartışma konusu oluyor. DİSK ve diğer emek örgütlerinin 2007, 2008 ve 2009 yıllarındaki mücadelesi sonucu AKP hükümeti, 1 Mayıs’ı yasal bir bayram olarak kabul etmek zorunda kaldı.
1 Mayıs, 2010, 2011 ve 2012 yıllarında barışçıl bir şekilde Taksim’de kutlandı, kimsenin burnu dahi kanamadı. 2013’ten sonra tekrar Taksim’de kutlanmasına yasaklama geldi. DİSK, KESK, TTB ve TMMOB’nin 1 Mayıs’ı Taksim Meydanı’nda kutlamak için bugün İstanbul Valiliği’ne resmi bir başvuru yapması bekleniyor.

Valiliğin, hükümetin direktifi doğrultusunda 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasına izin vermeyeceği anlaşılıyor. Bu durum karşısında DİSK ve diğer örgütlerin nasıl bir karar alacağı henüz belli değil. Böyle bir gelişme karşısında DİSK’in içersindeki bir, iki büyük sendikanın bu etkinliği İstanbul dışında yapma eğilimi var. Keza Türk-İş’teki muhalif birkaç sendika da Taksim’deki kutlamanın yasaklanması halinde Gebze’deki 1 Mayıs mitingine katılma düşüncesinde.

şçi sınıfının uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü olan 1 Mayıs’ı, klasik anlamdaki bir bayramdan ziyade sınıfın taleplerinin ortaya konduğu, ne yapılması gerektiğinin ifade edildiği bir gün olarak değerlendirmek lazım. O gün, bu taleplerin siyasal iktidarla birlikte toplumun diğer kesimlerine ülkenin en büyük alanlarından açıklanması da, evrensel bir gelenektir.
1 Mayıs, dünyanın çeşitli yerlerinde kent meydanları denilen alanlarda kutlanır. Bu anlamda 1 Mayıs’ın İstanbul’un bir kent meydanı olan Taksim’de kutlanması son derece doğaldır. Kaldı ki hem AİHM, hem de yerel mahkeme Taksim’de 1 Mayıs’ı kutlamanın “suç” olmadığına dair karar verdi.

Dolayısıyla Taksim’deki kutlama talebinde ısrarlı olmak gerekir. Ancak bunun yanında emeğin taleplerinin de kitlesel olarak ifade edilmesinin olanakları dikkate alınmalıdır. AKP’nin en küçük demokratik kitle gösterilerini bile şiddetle bastırması ve bu anlamdaki yasaklayıcı tavrı karşısında emek kesiminin böyle bir saldırıyı göğüsleyebilecek yeterli bir örgütlenmeye sahip olmadığı da önemli bir vakadır. O zaman “oyuna” gelmeden ortak bir mücadele anlayışıyla uygun bir alanda geniş katılımlı bir kutlama yapmak mümkün olabilir...

Ver artı değerinden bir cin tonik daha!
Halit Narin, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun (TİSK) eski başkanlarından. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra ettiği bir sözü de, emek tarihine geçmiştir. Narin, şöyle demişti: “20 yıl işçiler güldü, biz ağladık; şimdi gülme sırası bizde”…
1974 – 1989 yılları arasında TİSK Başkanlığı yapan Halit Narin, daha sonra Tekstil İşverenleri Sendikası’nın başkanlığını yürüttü. 1990’lı yıllarda gazetecileri Marmaris’te bulunan Martı Oteli’nde ağırlardı. Yaz aylarında otelde çeşitli toplantılar yapılırdı.
1993 – 2002 yılları arasında Milliyet Gazetesi’nde çalışırken ben de o toplantılardan birine katılmıştım. Halit Narin, bir akşamüstü deniz kenarında ve havuzun bulunduğu bir yerde gazetecilerle sohbet ediyordu. Gazetecilere böyle bir imkânı sunduğu havası içindeydi.

Ben de o sırada dedim ki; “Halit Bey, siz burada biz gazetecilere bir jest yaptığınızı ima ediyorsunuz ama bir burjuva, bir işveren olarak işçileri çok sömürdünüz. Aslında bizler, artı değerimizin bir kısmını bu şekilde geri almış oluyoruz.”
Halit Narin bir an durdu, hafif şaşkınlık geçirdi ama zeki bir insan olduğu için hemen garsonu çağırdı: “Ver oğlum, Atilla’ya artı değerinden bir cin tonik daha” deyiverdi…

***
Umudun ikizi: Direnme gücü

İçinde yaşadığımız günler, ister istemez insanlarda bir karamsarlık yaratıyor. AKP’nin bu karabasan gibi çöken faşizan baskı ve otoriterliğine karşı yine de umudu ayakta tutmakta yarar var. Belki ünlü filozof Erich Fromm’un “Umut Devrimi” isimli kitabı bize bir ışık tutabilir. Bakın Erich Fromm ne diyor:
“İnanç, zayıf bir inanma ya da bilgi biçimi değildir; şuna ya da buna iman etmek değildir. İnanç, henüz kanıtlanmamış şeyin doğru olduğuna inanmak, bir olasılığa inanmak, gebeliğin farkına varmaktır… İnanç da tıpkı umut gibi geleceğe ait kehanette bulunmak değildir; şimdiki zamanın gebelik durumundaki görüntüsüdür…
İnanç, kendi yaşama deneyimimiz ve kendimizi dönüştürmemiz temeline dayanır. Başkalarının değişebileceğine inanç duymam için benim değişme deneyimini yaşamış olmam gerekir…
Umut, inanca eşlik eden bir ruh halidir. Umutluluk hali olmaksızın inanç ayakta duramaz, dayanaksız kalır. Umut, yalnız ve yalnız inanç temeli üzerinde durabilir…

Yaşamın yapısında umut ve inanca bağlı olan ve onların bir halkasını oluşturan bir öğe daha vardır: cesaret, ya da Spinoza’nın adlandırmasıyla, direnme gücü… Direnme gücü, dünya ‘evet’ sözcüğünü duymak istediğinde ‘hayır’ diyebilme yetisidir.”

***

CHP’nin işçi toplantısı
CHP İstanbul İl Örgütü, çeşitli ilçelerde emek sorunlarıyla ilgili toplantılar yapmaya başladı. 23 Nisan 2016 günü Kartal’daki Bülent Ecevit Kültür Merkezi’nde böyle bir toplantı gerçekleşti. Toplantıda, Türk-İş’e bağlı Deriteks Sendikası’nın Genel Başkanı Musa Servi, Hava-İş Sendikası eski Genel Başkanı Atilay Ayçin ve ben birer konuşma yaptık.
Konuşmalarda 1 Mayıs’ın tarihçesi ve nasıl kutlanacağı, kiralık işçilik, taşeronlaşma, kıdem tazminatı, emek kesiminin diğer sorunları ve sendika-siyaset ilişkisi üzerinde duruldu. 23 Nisan Bayramı nedeniyle toplantıya katılım yeterli düzeyde değildi.
CHP İstanbul İl Başkan Yardımcısı İsmail Polat’ın verdiği bilgiye göre, örgütün her ilçesindeki bir ilçe başkan yardımcısı emek kesiminin sorunlarıyla ilgili olarak görevlendirildi. Yine her ilçede bir emek komisyonun oluşturulması karar altına alındı.