Başörtüsüne yasal garanti: Bir “muamma”yı anlamak

Fatih YAŞLI

Kılıçdaroğlu’nun “başörtüsüne/türbana yasal güvence” çıkışının zamanlaması neresinden bakılırsa bakılsın bir muamma niteliği taşıyor. “Muamma” diyorum; çünkü çoktan çözülmüş, kamuoyunun gündeminden düşmüş, hemen hemen hiç konuşulmayan ve iktidarın elindeki bir mağduriyet kozu olmaktan net olarak çıkmış bir meselenin ansızın ve bağlamsız, nedensiz bir şekilde gündeme getirilmesinden söz ediyoruz.

Ancak muamma dememin nedeni sadece bu değil, söz konusu çıkışın iki önemli hadisenin tam ortasına denk gelmesini de hesaba katmamız gerekiyor. Hatırlayalım, Türkiye geçen hafta PKK’nin Mersin saldırısını ve iktidarın bu saldırıyı 2011 yılında hazırlanan “tutuklu gazeteciler raporu” üzerinden CHP ile ilişkilendirme girişimini konuşmuştu. Kılıçdaroğlu ise saldırganın iktidar medyasında iddia edildiğinin aksine raporda adı geçen isim, yani Dilşah Ercan olmadığını söylemiş ve İçişleri’nden DNA raporunun açıklamasını istemişti. Sonrasında PKK saldırıyı üstlendi, gerçekleştirenlerin de isimlerini yayınladı, dahası iktidarın “CHP’nin gazetecisi” dediği Ercan da bir video çekerek saldırıyı kendisinin yapmadığını belirtti.

Demek ki ya İçişleri saldırganı yanlış teşhis etmişti ya da CHP’ye kumpas kurmak adına topluma yalan söylenmişti. Bunlardan hangisi olursa olsun ortada çok büyük bir skandal vardı ve CHP’den beklenen hafta başı itibariyle DNA raporunu kamuoyuyla paylaşmak da dâhil meselenin üzerine gitmek ve iktidarı sıkıştırmak, Soylu’nun da istifasını istemekti. Ancak bu yapılmadı ve bunun yerine pazartesi akşamı başörtüsüne anayasal güvence isteyen ve iktidar için “samimiyet testi” olduğu iddia edilen video dolaşıma sokuldu.

Ertesi gün, iktidar Meclis’in bu dönemki ilk yasa teklifini, yani “sansür yasası”nı Genel Kurul’a getirirken, CHP ise sanki esas gündem bu değilmiş gibi Kılıçdaroğlu’nun videosuna binaen hazırladığı başörtüsü yasa teklifini Meclis’e sunmakla meşguldü. Cumhuriyet tarihinin en koyu sansür uygulamalarına vesile olacak bu yasayla ilgili olarak daha öncesinde kamuoyunda herhangi bir tepki örgütlenmediği gibi başörtüsü gündemi de konuyu kamuoyu nezdinde önemsizleştirdi, görünmez kıldı.

Dolayısıyla iktidarı ve Soylu’yu sıkıştırmak ve sansür yasasına karşı tepkiyi örgütlemek yerine bir başörtüsü gündemi yaratıldı, “bir mağduriyet kozunu iktidarın elinden almak” adı altında ve iktidara en sevdiği alanda, yani dinselleşme alanında oynama fırsatı verildi. Zaten Erdoğan da dünkü grup toplantısında en iyi bildiği işi yaparak CHP’nin teklifinin üzerinden tepindikçe tepindi; ardından da çıkıp “madem samimisiniz, meseleyi kanunla değil anayasayla çözelim” diyerek, çoktan kapanmış olan başka bir konuyu, yani yeni anayasa tartışmalarını da yeniden tedavüle sokmuş oldu.

Masaya verilen garanti

Ben bu “zamanlama muamması”nın ancak üçüncü bir hadiseye bakarak anlaşılabileceğini düşünüyorum: Pazar günkü Altılı Masa toplantısına. O masaya gidilirken taraflar çeşitli hamleler yapmışlar ve bir pozisyon almışlardı. Kılıçdaroğlu kendi partisine “yanımda mısınız” diye sormuş, sorunun asıl muhatapları olan iki isim, yani İmamoğlu ve Mansur Yavaş da anında kendilerine seslenildiğini anlayarak “evet, yanındayız” demişlerdi. Ancak İmamoğlu ve Yavaş, sadece CHP içindeki bazı kesimlerin değil, Altılı Masa’daki diğer beş partinin de aday listesinin en tepesinde yer alıyorlardı ve bu çıkış onlar tarafından Kılıçdaroğlu’nun adaylık açıklaması olarak okundu.

O andan itibaren yaşanan gelişmeleri biliyoruz: Meral Akşener, CHP’ye borçlu olmadıklarını, aday dayatmasını kabul etmeyeceklerini, kazanabilecek bir aday istediklerini vs. söyleyerek Kılıçdaroğlu’na “bir dakika” demiş oldu. Masanın diğer üyeleri de açıklamalarıyla ya da suskunluklarıyla Akşener’e destek verdiler ve Kılıçdaroğlu’nun adaylığının sanıldığı gibi “cepte” olmadığı görüldü.

İşte Kılıçdaroğlu’nun açıklaması tarafların böyle bir pozisyon alarak gittikleri bu dönemin ilk Altılı Masa toplantısının hemen ertesi günü geldi ki bu bana göre o masada konuşulanların ardından tam da masaya yönelik bir açıklamaydı; yani aslında “başörtüsü garantisi” masanın diğer ortaklarına, özellikle de İslamcı fraksiyonlara, Saadet, Gelecek ve DEVA’ya verildi. Kılıçdaroğlu izlediği “sağcılığı sağcılıkla yenme” stratejisinin ortakları tarafından yeterli bulunmadığını görmüş olacak ki böylesi bir çıkış yapmaya kendini mecbur hissetti.

Evet “helaleşme” siyasetinin varacağı noktalardan birisi zaten burası olabilirdi; Kılıçdaroğlu daha önce başörtülü kadınlarla ve İslamcı kanaat önderleriyle zaten görüşmüş ve helallik istemişti ama böylesine aceleci ve iyi hesaplanmamış bir çıkışın gerisinde bana göre Kılıçdaroğlu ve ekibinin cumhurbaşkanı adaylığına dair son günlerde yaşadıkları endişe ve Altılı Masa’nın diğer üyelerini ikna arayışları belirleyici rol oynadı.

Fayda ve maliyet?

Peki bir fayda-maliyet analizi yapacak olursak ne söyleyebiliriz? Altılı Masa bağlamında bakacak olursak, Kılıçdaroğlu ilk başta arkasındaki desteği güçlendirmiş gibi görünse de, masanın diğer üyelerinin Kılıçdaroğlu’nun verebileceği tavizlerin sınırının genişliğini gördüğünü ve başka bir ismin adaylığı da dâhil pazarlıkta daha kolay el yükselteceklerini öngörebiliriz.

Peki bu çıkış parti içi yarışta Kılıçdaroğlu lehine bir durum yarattı mı? Buna da “evet” demek pek mümkün görünmüyor; çünkü partinin tabanında hala güçlü bir laik, cumhuriyetçi taban var ve o taban Kılıçdaroğlu “sol popülist” bir söylemi dillendirdikçe onun arkasında dururken, bu tür işlere kalkıştığında çok net bir şekilde tepkisini gösteriyor, Kılıçdaroğlu’ndan uzaklaşıyor.

Son olarak, “başörtüsüne yasal garanti” çıkışı siyaseti bir kez daha Erdoğan’ın uzmanı olduğu alana, dindarlık, vesayet, 28 Şubat, başörtüsü, mağduriyet konularına çekti ki, zaten bir süredir toparlanma sinyalleri veren iktidar, Kılıçdaroğlu’nun bu açıklamasına verdiği/vereceği yanıtlarla moral üstünlüğü ele geçirmek adına önemli bir fırsat kazanmış oldu.

İktidarın bu tartışmayı uzatmaya, gündemde tutmaya, yeni polemiklere vesile yapmaya çalışacağını, buradan yürümeye devam edeceğini söylemek kehanette bulunmak anlamına gelmeyecektir. Yapılması gereken ise bir an önce bu gündemden çıkıp ülkenin gerçek sorunlarına, yani yoksulluğa, işsizliğe, enflasyona, hayat pahalılığına odaklanmak, bu sorunlara halktan, emekten yana, kamucu, toplumcu bir alternatif sunmak, toplumu bunlar üzerinden mobilize etmek, harekete geçirmektir. Eğer bu yapılmazsa “aman oyuna gelmeyelim, aman AKP’nin ekmeğine yağ sürmeyelim” diye diye bir beş yıl daha kaybedilecektir.