Ne zaman siyasi seçim günü yaklaşsa ve liderler meydanlara çıkıp konuşmaya başlasa, aklıma ilk olarak Jean Baudrillard’ın ‘Baştan Çıkarma Üzerine’ adlı kitabında yazdıkları gelir. Siyaset, Baudrillard için bir simülasyon modelidir. “Gerçekliğin yüreğine gizlenmiş eksiksiz bir simülakr…” Kitlelerdeki ‘gerçeklik’ yanılsaması yok olmadan, bu simülasyon da sona ermez. Tanrı adına insanlara büyük acılar çektiren Büyük Engizisyoncu’nun en büyük sırrının, gerçekte Tanrı’nın var olmadığına inanmasıydı diye de belirtir Baudrillard, herkes inanırken o inanmadığı bir güç adına hükmeder çünkü.

Büyük ve görkemli eserler, bu simülasyon modeli için vazgeçilmez unsurlardır. Devasa projeler, Ay’a duble yol yapacağımızı söylesek bile bize inanırlar düşüncesi, tam da böyle bir modelde işlev görür. Bu baştan çıkarıcı simülasyon modelinin başarılı olmasının en önemli nedeni, seslendiği kitlenin de baştan çıkmayı arzulamasıdır. Siyasetçi, kitlelerin arzularını doğru bir biçimde okuyup uygun fanteziler bulduğu sürece kolayca baştan çıkarır; çünkü kitleler hayal kırıklıklarıyla gerçekçi bir biçimde baş edecek araçlardan yoksun bırakılmıştır. Fanteziler, gerçeklere ve hayallere kıyasla kolay tatmin sağlar, sonu her zaman hüsranla bitse de…

Salman Akhtar, ‘Acının Kaynakları’ adlı kitabının bir yerinde, sinema izleyicisinin neden dolandırıcıların, sahtekârların hikâyelerini izlemekten zevk aldığını sorguluyordu. Aynı sorgulama, TV dizileri için de yapılabilir: “Kendisinin ahlaklı olduğunu düşündüğü kısmını bölüp ayıran seyirci, bir yandan hikâyenin sinsi başkahramanının ince maharetleriyle vekaleten bir özdeşim kurarken, daha derin bir seviyede de kandırılan kişinin mazoşist hazzına iştirak eder. ”

Baştan çıkarıcılığın masumiyete karşı galip gelmekten kaynaklı zevk veren gizli alaycılığı, kronik aşağılık ve yetersizlik duygularıyla ilişkisi, tümgüçlülük fantezisini tatmin etmeyi amaçlaması gibi pek çok özelliğine de değiniyor Akhtar. “Sahtekâr kişi bize, istemeye istemeye vazgeçtiğimiz tümgüçlülüğün aslında karşılanabilir olduğunu” gösterdiği için baştan çıkarıcıdır. Koca koca adam ve kadınların, bir siyasetçi ya da bir ünlü karşısında, tuhaf sesler çıkartarak kendilerinden geçmesi, tümgüçlülük hazzını işaret eder, ruhun dünyevi gerçeklikten kurtulup coştuğu bir vecd halini… Uğruna ölümü bile göze alabilecek kadar bu kendinden vazgeçme durumu, farklı düzeylerde ve yoğunluklarda, o kişinin kandırılma ihtiyacına göre ortaya çıkar.

Baştan çıkmanın olumsuz olduğu kadar, olumlu yanları da vardır Pessoa’nın ‘Şeytan’ın Saati’nde bahsettiği üzere: “Ruh, direnmesine rağmen sürekli ayartıldığı için yaşar. Benim büyülü silahlarım müzik, ay ışığı ve düşlerdir. Ne var ki müzik deyince sadece çalınan müzik değil, sonsuza dek çalınmadan kalacak müzik de anlaşılmalıdır.”

Pessoa’nın baştan çıkmamış, ayartılmamış bir ruhun canlılığını koruyamadığını söylemesi, aslında ölü ruhlara hitap eden fantezilere dayalı siyasetle, canlı ruhlara hitap eden hayallere dayalı siyaset arasındaki farkı işaret eder. Baştan çıkarılmaya karşı, baştan çıkarıcı mücadele…

Siyaseti, bir simülasyon modeli olmaktan çıkaracak şey, siyaseti liderlerden ibaret görmeyerek ve Foucault’nun kitaplarında işaret ettiği gibi, aşağıdan yukarıya iktidarın işleyişini çözümleyerek mümkün olabilir ancak. Feurbach’ın, hakikat azalıp yanılsaması arttıkça kutsal olanın değeri artar görüşünden yola çıkıp, hakikati bir baştan çıkarma aracına dönüştürecek olan siyaset ve sanat, insanlardaki ‘hayatta kalma hastalığı’nı ‘hayata bağlanma’yla, kolay yoldan tatmin eden ‘fanteziler’i gerçekliğe yaratıcı bir biçimde müdahale eden ‘hayaller’le değiştirebildiği sürece, gelecek güzel günlerden bahsedilebilir, hakiki bir umut…