‘Kaygı’, ulusal ve uluslararası ödüller aldı ve görünen o ki filmin festival serüveni devam edecek. Ayrıca Ceylan Özçelik sağlam bir yönetmenlik kumaşına sahip

Bastırmak ile unutmak

Kaygı, içinde yaşadığımız kâbusu anlatıyor. İktidarın borazanı olmuş bir medyayı, inşaat furyasıyla artık tanıyamaz/sevemez olduğumuz kentlerimizi ve bu ortamda kendisine yanlış öğretilen şeyleri sorgulayan, gerçeği bulmaya çalışan bir bireyin bunalımlarını gösteriyor. ‘Kaygı’, bir yanıyla son derece gerçekçi bir Türkiye tablosu çizerken, bir yanıyla da distopik bir yerde duruyor. Filmin kahramanı Hasret’in (Algı Eke) yaşadığı paranoya ve yabancılaşmanın son derece gerçekçi temelleri var ama bu ruh halinin, gerçekliğin ötesine geçen, distopik bir yanı da var. Hasret’in yaşadığı kadar kötü durumda değiliz.

İktidarlar, hesabını vermedikleri karanlık olayları unutturmak için çaba harcıyorlar. Yalaka medya da onların baş destekçisi. Ama buna rağmen, yaşadığımız trajediler hakkında Hasret kadar yanlış bilgi sahibi değiliz. Ne kadar unutturulmaya çalışılsa da Sivas’ı unutmadık. Sivas’ta babalarını kaybeden çocuklar direnmeye devam ediyor. Yaralılar, acılılar ama hayatlarını herkes kadar yaşıyorlar. Film, iktidarın en azından bir süreliğine Sivas’ı unutturmayı başarmış olduğunu varsayıyor. Ama, bu noktada kalmıyor ve hatırlamanın mümkün olduğunu, bastırılanın geri döneceğini de söylüyor. Yani uç noktada bir karanlıktan başlayıp, bir umut kapısı aralayarak bitiriyor.

bastirmak-ile-unutmak-286029-1.Aslında unutmak, sağlıklı bir yaşam sürebilmek için gerekli bir şey. Acılarımızı ilk günkü şiddetlerinde yaşasak çıldırırdık. Ama unutmanın yolu bastırmamaktan geçiyor. Acıyla yüzleşmekten, acının sebepleriyle hesaplaşmak gerekiyor ki zamanla o acıyı hayatımızı belirleyen bir unsur olmaktan çıkarabilelim. Sivas’taki aydın katliamıyla hesaplaşılmamış olması, davanın avukatlarının bugün siyasi elitin parçası haline gelmesi, daha net ifadeyle AKP’nin saflarında mevki-makam sahibi olmaları, acının şiddetinin azalması bir yana artmasıyla sonuçlanıyor.

Yanlış anlaşılmasın, ‘Kaygı’ doğrudan doğruya Sivas Katliamı’na dair bir film değil. Ama Sivas Katliamı’yla alakalı bir film. “Menekşe’den Önce” dışında bu konuya duyarlı bir şekilde değinen, uzun metraj pek bir film yapılmadı. Medyanın içinde bulunduğu korkunç durumu yansıtan film de pek yapılmadı. ‘Kaygı’ bu konulara eğilmesiyle, doğru ve cesur bir şey yapıyor. Görsel ve işitsel anlatımıyla gerilim atmosferi kurmada oldukça başarılı da. Fakat filmin kurguda yaklaşık 30 dakikalık kısmının kısaltılmış olması, hikâyenin akışını zedelemiş. Sanki kimi bağlantılar kopmuş gibi. Kaygı atmosfer kurmadaki başarısını, öykü anlatmakta aynı derecede kuramıyor. Ve sonuçta bastırılanlar su yüzüne çıksa da, o kadar uzun süre suyun altında kalmak bana çok da iyi gelmedi.

Televizyon programcılığından (En Heyecanlı Yeri) gelen Ceylan Özçelik, ilk uzun metrajı ‘Kaygı’yla, Berlin Film Festivali’nde Panorama bölümünde yer almayı başardı. Az buz başarı değil.

‘Kaygı’, ulusal ve uluslarası ödüller aldı ve görünen o ki filmin festival serüveni devam edecek. Ceylan Özçelik’in yönetmenlik serüveninin de uzun yıllar boyunca devam etmesini umuyorum çünkü ‘Kaygı’da gördüğümüz; sağlam bir yönetmenlik kumaşına sahip olduğu.

*****

‘Yaratık Covenant’: Yaratıcılık sancıları

Orijinal Alien (Yaratık) filmiyle, Alien: Covenant filminin başlangıçtaki olay örgüsü hemen hemen aynı. Uyanmaları gereken zamandan önce uyandırılan bir uzay gemisi mürettebatı, bilinmedik bir gezegenden gelen sinyallerin peşine düşer. Burada onları yaratığın tohumları beklemektedir. Bilinmeyen gezegene inmeye şerh koyan Ripley’nin yerini, bu kez Dannie adlı kadın tayfa almıştır. Ama, erkek kaptan gemiyi yine de o gezegene indirecektir. Bilinmedik bir gezegende, bilinmedik virüs ve bakterilere karşı hiçbir önlem almamak ise filmin bilimkurgu niteliğine zarar verecek boyutta.

İki filmin mürettebatının adlarında da benzerlikler var. Amerikan eyaletlerinden Dallas ilk filmde bir tayfanın adıyken, bu kez Tennessee eyaleti başka bir tayfaya ad olur. İlk filmde mürettebat gemiyi anne olarak nitelerken, bu kez anne, ‘ana’ bilgisayar olmuş.

Yalnız önemli bir fark var: ilk Yaratık (Alien) filmi bir başyapıttı. Sonraki filmler olmasalar da olurmuş. Buna Yaratık Covenant da dahil.

İlk Yaratık filmi, anneler ve kızların savaşına dairken (yaratık ve Ripley), Alien: Covenant, erkekler arası rekabete dair. Önce baba ile oğlun rekabeti, sonra iki oğlun birbiriyle rekabeti Covenant’da filmin eksenini belirliyor. Covenant’ın başrolünde bir robot, daha doğrusu aynı robotun iki farklı modeli var. Michael Fassbender’in canlandırdığı bu robot modellerinin babası kapitalist Peter Weyland (Guy Pearce). Weyland, David adını verdiği ilk robot oğlundan bir şeyi esirgiyor: Yaratıcılığı! David kastre edilmiş, kısır bir çocuk olarak dünyaya geliyor. David, yaratma gücünü elinden alan babasından nefret ediyor ve hayatı boyunca babasının kendisinden esirgediği şeyin, yani iktidarın peşinde koşuyor. Prometheus filminde tanıştığımız bu David, Covenant’ta yeniden karşımıza çıkıyor.

bastirmak-ile-unutmak-286025-1.Covenant’ta ise David’in yeni modeli Walter’la tanışıyoruz. Walter, David’in daha uysal, daha uyumlu ve iyi kardeşi. David ile Walter kaçınılmaz bir şekilde birbirlerine düşman oluyorlar. Bir an aralarında eşcinsel ve ensestiyöz bir aşk başlamasına rağmen ya da onunla birlikte.

İlk Alien filminde güçlü bir kapitalizm eleştirisi olduğu rahatlıkla söylenebilir. Neoliberal çağın başlangıcı olan 1979’a denk düşen o filmde, büyük bir kapitalist şirket geminin mürettebatını harcayacak bir plan kurmuştu ve geminin mürettabatı Yaratık’ı yeryüzüne getirme uğrunda harcanacaktı. Covenant’ta böyle anti-kapitalist bir mesaj yok. David’in güç arzusunun Nazizmi çağrıştırması söz konusu ama Nazizm ile kapitalizm arasında bir bağ kurulmuş değil.

Bu arada Covenant, binlerce ‘yerleşimci’ ya da ‘kolonici’ taşıyan uzay gemisinin adı. Covenant sözcüğü akit, sözleşme, mukavele gibi bir anlama geliyor. Ahit ile akit sözcükleri de aynı anlama geliyormuş. Kısacası sözcüğün Hıristiyanlıkla alakası olduğu söylenebilir. Filmde yaradılış ve evrime dair bir tartışma var. Filmde başka tartışma konuları daha var. Mesela koloniciliğin doğasına dair de bir tartışma var. Filmde yok yok da, akılda kalıcı şey eksikliği de var maalesef.

Filmin başlarında uzay gemisi ekibini ve onların birbirleriyle ilişkilerini izlerken birçok şey düşündüm. Birincisi bu ekip birbirleriyle ilişkilerinde son derece avam bir dil kullanıyorlar. Çoğunlukla belden aşağı (memeler söz konusu olduğunda belden yukarı) bir dil bu. Uzayda geçen bir başka film olan Gravity’de olduğu gibi bu filmde de Amerikan country müziğinin filmde küçük bir rolü var. Film, Amerikalı seyirciye “Bu ekip, senin mahallenin çocukları gibi” mesajını veriyor. Amerikan’ın batısını işgale giden ilk öncülere ya da Irak’ı işgale giden Amerikalı askerlere benziyorlar, farklı anlarda.

Yüzyıllar geçse de insan ilişkilerinde bir şey değişmeyecek diyor sanki film. Bu haftanın binlerce yıl önce geçen filmi Kral Arthur’la, Yaratık bu noktada birbirleriyle kesişiyorlar. Kral Arthur “bal memeler” (honey tits) diye hitap ediyor bir kadına, Yaratık’ta bir kahraman “tatlı memeler” (sweet tits) sözcüklerini kullanıyor. Kadınları vücut parçalarına indirgeyen bu dil, sanki doğal, sanki hiç değişmeyecek bir dil gibi gösteriliyor filmlerde.

Yaratık filmlerinde dikkat çekici bir şey de yaratık tohumlarının daima erkek vücutlarını rahime dönüştürmesi, yaratıkların erkeklerden doğmaları. En azından ben bir kadının vücudundan doğan bir ‘yaratık’ gördüğümü hatırlamıyorum. Weyland yarattığı erkek görünümlü robotları kısırlaştırırken, yaratıklar erkekleri doğurganlaştırıyor ama bu da bir tür kastrasyon olarak görülebilir. Erkeğin kadınsılaştırılması, erkek bedenlerinin rahme dönüştürülerek kastre edilmesi olarak yani. Yaratık filmleri, psikanalitik yorumlara çok açıklar. Bu film hakkında da sanırım psikanalitik yorumlar yapılacaktır. Sonuç mu? ‘Yaratık: Covenant’, bir ‘Yaratık’ değil. Zaten hiçbir film de olamaz. Ama beklentiyi çok yüksek tutmazsanız, hakkında konuşabileceğiniz bir film Yaratık: Covenant.