Yükselen sol dalganın başarılı hareketlerinin, bu handikabı aşarak, işçi sınıfının yeni şekillenmekte olan kesimlerinin ilgisini çekecek, desteğini alacak ilişki biçimlerini, sosyal medya teknolojilerini de geliştirebildiklerini görüyoruz. Tabii ki bu saptama, onların, işçi sınıfının gerilemekte olan kesimini ihmal ettikleri, gözden çıkardıkları ya da karşılarına aldıkları anlamına gelmiyor

Batı’da sol hareketlerin yükselişi üzerine gözlemler

Ergin Yıldızoğlu - Gazeteci-Yazar

Avrupa’da ve ABD’de 2007/8’den bu yana, sol hareketlerde bir canlanma yaşanıyor. Türkiye solunun durumuysa iç açıcı değil. “Gezi Olayı”, çok önemli bir tarihsel fırsattı. Ancak sol hareket bu fırsatı bir sıçrama gerçekleştirebilmekte kullanamadı. Haziran Hareketi, sol hareketin güçlerini birleştirebilmesine yönelik önemli bir girişimdi. Ne yazık ki bu şans da değerlendirilemedi.
Yine de, Türkiye solu, haziran seçimlerinde üstüne düşeni yaptı. Sol hareket seçimdeki tavrıyla, ilk kez, çok önemli bir sonucun oluşmasına gücü oranında katkıda bulundu. Ancak haziran seçimlerinden sonra gelen ağır saldırı sol hareketi hazırlıksız yakaladı (Bu hâlâ önemini koruyan bir tartışma konusudur); geriletti.

Bu koşullarda, devlet gittikçe daha baskıcı ve totaliter eğilimler sergiler, siyasal İslam toplumun kültürel yaşamını egemenliği altına alma, kendi biyopolitik eğilimlerini (ve cinsel politikalarını) dayatma çalışmalarını yoğunlaştırırken ve 2019’da yapılması beklenen seçimlere doğru giderken aklımıza, “sol hareketlerin Avrupa ve ABD deneylerinden yararlanarak yeni bir atılım yapabilir miyiz?” sorusunun takılması doğaldır.

Ancak bu soruya bir cevap ararken, bu deneylerin yaşandığı ülkelerdeki sosyoekonomik, kültürel koşulları, belli tarihsel temellerin ve bu koşulların üzerinde yükselen devletin (iktidar, disiplin ve cezalandırma) teknolojilerini de göz önüne almaya çalışmak gerekiyor.

Yönetenler ve yönetilenler...
Kapitalizmin yapısal krizini yönetmeye çalışan neoliberal model etkisini 1990’ların sonunda Asya Krizi’nin gösterdiği gibi, yitirmeye başlamıştı. Yönetenler eskisi gibi yönetmekte zorlanmaya başlarken yönetilenlerin hoşnutsuzlukları küreselleşme karşıtı hareketlerde açığa çıkıyordu. Bu ikilem, hızla derinleşmekte olan resesyonu yarıda kesen (sorunları yine öteleyen) büyük küresel mali genişlemeyle (finansallaşma), 11 Eylül, Afganistan ve Irak savaşlarıyla, ancak 2007 mali krizine kadar arka plana itilebildi.

Mali kriz ve ardından yerleşen “uzun durgunluk” neoliberal modelin artık sorunları öteleyemediğini, tükendiğini gösteriyordu. Kapitalist sınıfın partileri bu duruma, krizin yükünü halkın sırtına yıkmaya çalışmaktan öte bir cevap üretemediler: Yönetenler artık eskisi gibi yönetemiyordu. Bu sırada yönetilenler, krizin yükü ağırlaştıkça gözlerini, yönetici sınıfın seçkinlerinin beceriksizliklerine, toplumun en zengin kesimlerinin müstehcen boyuttaki servetlerine dikmeye, bu duruma bir sorumlu aramaya başladılar: Artık, yönetilenler de eskisi gibi yönetilmek istemiyordu.

Eskisi gibi yönetilmek istemeyenlerin bir kesimi, yapısal krizin öncesindeki, “mutlu zamanlara” geri dönmeyi arzulayan nostaljik ve reaksiyoner bir tepkiyle neofaşist hareketlere yöneldiler. Bunlar bu yazının konusunu oluşturmuyor.

Eskisi gibi yönetilmek istemeyenlerin bir diğer kesimi de, gelir dağılımındaki adaletsizliği, neoliberal küreselleşmeyi, hatta kapitalizmi sorguluyor, geriye değil ileriye, kapitalizmin, en azından var olan biçiminin ufkunun ötesine bakmaya çalışıyordu. Avrupa ve ABD’de sol hareketteki canlanma, enerjisini bu kesimin arayışlarından aldı.

Canlanmanın haritası
Canlanmanın başlamasında, ya da en azından ivme kazanmasında “İşgal” (occupy) olaylarının etkili olduğunu söyleyebiliriz. İspanya, Portekiz, Yunanistan ve ABD’de, sol canlanma, sırasıyla Podemos, Sol Blok, SYRIZA ve Bernie Sanders’in son başkanlık aday adayı seçimlerindeki etkisiyle kendini gösterdi.

İngiltere’de Jeremy Corbyn hiç beklenmedik bir biçimde İşçi Partisi Başkanı olduktan sonra, son seçimlerde, partinin oy oranını yüzde 40’a yükselterek büyük bir başarı sağlamanın ötesinde ülkede, neoliberalizmin tabularını yıkarak, siyasi iklimi ciddi biçimde etkiledi: Almanya’da Sol Parti (Die Linke), İtalya’da da Beş Yıldız Hareketi var. Son Fransa başkanlık seçimlerinde Melenchon’un Sosyalist Parti’den daha fazla oy alması da solun yükselişinin bir ifadesi.

Bu akımların hepsi, neoliberal kemer sıkma politikalarına karşı, refah devleti kurumlarını canlandırmaktan, sendikal hareketi güçlendirmekten, gelir dağılımındaki bozuklukları gidermekten, ülke yönetiminde halkın etkisini artırmaktan yana programları benimsiyorlar. Bu bağlamda, tükenmiş sosyal demokrat partilerin yerine aday oldukları da söylenebilir.
bati-da-sol-hareketlerin-yukselisi-uzerine-gozlemler-347976-1.
Bu akımların hemen her yerde, işçi sınıfının eğitim düzeyi en yüksek, yeni teknolojilerle, küresel ekonomi ve kültürle yakın ilişki içinde çalışan kesimlerinin ve bu kesimlere katılmak üzere yetişmekte olan gençlerin ilgisini çektiği görülüyor. Buna karşılık, işçi sınıfının, kapitalizmin halen krizini yaşamakta olan sanayilerinde ve mekânlarında yerleşik kesimlerinin; gençlerin de (İngiltere ve Fransa örneklerinde olduğu gibi) yukarı orta sınıfa, en üst gelir düzeyine ait kesimlerinin, neofaşist partilere yöneldiklerini görüyoruz.

Liberal entelijansiyanın, Dünya Bankası’ndan da ilham alarak işçi sınıfının eğitim düzeyi en yüksek, yeni teknolojilerle, küresel ekonomi ve kültürle yakın ilişki içinde çalışan kesimlerini, “orta sınıf” olarak tanımlamakta ısrar etmesi sol üzerinde ihmal edilemez bir etki yapıyor. Bu etki, solun dikkatinin, geçen yüzyıldan kalma bir alışkanlıkla, öncelikle, sanayi işçileri, diğer bir deyişle, işçi sınıfının, yapısal ve siyasi eğilimi açısından gerilemekte olan kesimleri üzerinde yoğunlaştırmasına, işçi sınıfının yeni şekillenen kesimlerinin gereksinimlerine ve arzularına cevap verecek çalışma tarzları geliştirmekte zorlanmasına yol açıyor.

Yükselen sol dalganın başarılı hareketlerinin, bu handikabı aşarak, işçi sınıfının yeni şekillenmekte olan kesimlerinin ilgisini çekecek, desteğini alacak, sınıf şekillenmelerini hızlandırabilecek çalışma tarzlarını, ilişki biçimlerini, sosyal medya teknolojilerini de geliştirebildiklerini görüyoruz. Tabii ki bu saptama, onların, işçi sınıfının gerilemekte olan kesimini ihmal ettikleri, gözden çıkardıkları ya da karşılarına aldıkları anlamına gelmiyor. Örneğin İngiltere’de Corbyn liderliğindeki İşçi Partisi ile onun canlanmasına büyük rol oynayan Momentum hareketinin, İşçi Partisi’nin geleneksel destekçisi sanayi işçilerinin ve emeklilerinin UKIP (İngiltere Bağımsızlığı Partisi) gibi göçmenlik karşıtı olduğu kadar seçkinleri de hedef alan partilere giden kesimini geri kazanmak için özel çaba gösterdiği, önemli ölçüde başarılı olduğu görülüyor.

Sol hareketlerde canlanmanın yaşandığı ülkelerde, güçlü bir işçi hareketi mücadelesi, sendikal hareket ve sol/komünist örgütlenme geleneği var. ABD’de güçlü bir komünist-sol örgütlenme geleneği olduğunu söylemek zor. Ancak orada da çok güçlü bir sosyal haklar, savaş karşıtlığı mücadeleleri geleneği; tarihinde de unutulmaz sendikal hareketler ve “sol popülist” hareket deneyimleri var.

Sol hareketlerin yükselişi üzerinde düşünürken göz önüne alınması gereken bir diğer önemi nokta da şöyle özetlenebilir: Bu sol hareketler, sivil toplumun alanına, ifade özgürlüğüne, örgütlenme, gösteri yapma haklarına, genel olarak yasal süreçlerin bağımsızlığına, güçler ayrılığı ilkesine sadık kalmaya çalışan hükümetlerle yönetilen bir siyasi ortamda gelişiyorlar. Bu hareketler, kimi zaman polisle karşı karşıya gelseler de, genel de yasal engellerle karşılaşmıyorlar. Ancak “terörizme karşı” savaş önlemlerinin sivil haklara, bireysel özgürlüklere getirmeye başladığı kısıtlamalar, güvenlik güçlerinin yetkilerini arttıran düzenlemeler, sol hareketlerin, bugün içinde nispeten rahat hareket edebildiği iklimi yavaş da olsa değiştiriyor.
Bu sol hareketler, tükenmiş bir ekonomik ve sosyal modele, siyasi yapılardaki çözülmelerin etkilerine, verimliliğini kaybetmekte olan bir egemen ideolojiye, biyopolitiğe karşı mücadele ediyorlar. Türkiye’deki sol hareket ise yeni bir toplumsal mühendislik projesine, biyopolitik ve hakikat rejimi dayatmasına, güçler ayrılığı, yargının bağımsızlığı ilkelerini çoktan ortadan kaldırmış, seçim sonuçlarına müdahale edebilen, gittikçe daha çok totaliter eğilimler, baskıcı refleksler, devlet şiddeti sergileyen, sivil toplum alanını, kişi özelini tamamen hiçe sayan, hayatın her alanını denetlemeye çalışan bir siyasi akımın iktidarına karşı direnmeye çalışıyor.

Strateji/taktik ve örgütsel gözlemler
Yükselen sol dalga strateji/taktik alanında, “parlamento ve sokak” ve “daha iyi bir kapitalizm ve kapitalizmi aşma” ikilemleriyle karşı karşıya. Parlamenter mücadele kimi başarılar getirse de kapitalizmin ufkunun ötesine giden yolu açamıyor. Sokaklar ise düzenin sınırlarını zorlama noktasına gelemeden güvenlik güçlerinin duvarına çarpıyor. Yükselen sol hareketler bu ikilemin aşılmasına, bu iki mücadele alanını başarıya birleştirmeye yönelik henüz bir çözüm üretemiyor.

Parlamentodaki başarılar da sorunsuz değil. SYRIZA hükümeti, uluslararası kapitalizmin dayatmaları karşısında taviz vermeye başladı, “daha iyi bir kapitalizm” amacından dahi geri adım atarak, “daha az kemer sıkma çizgisine” geri çekilmek zorunda kaldı. Ancak halkın çoğunluğunun, SYRIZA’yı bu duruma iten güç dengelerini anladığı, hiç olmazsa korunma refleksiyle SYRIZA’ya güvenmeye devam ettiğini görüyoruz.

İspanya’da Podemos kısa sürede büyük başarı elde ederek, mecliste etkili bir muhalefet partisi konumuna yerleşmeyi başardı. Ancak bu şimdilik, PSOE’nin (sosyal demokrat) yerini alarak merkez sola yerleşmekten, “daha iyi bir kapitalizm”den öte bir amacının olduğunu söylemek zor.

Portekiz’de, Komünist Parti ve Sol Blok’un (yükselen sol dalganın bir ürünü, Avrupa antikapitalist solunun kurucularından) dışarıdan desteğiyle kurulan Sosyalist Parti hükümeti Avrupa Birliği’nin ve uluslararası sermayenin baskılarına aldırmayarak, neoliberalizmin kemer sıkma politikalarını reddetti, işçi ücretlerini, sosyal yardımları, sendikal hakları arttıran, özelleştirmeleri durduran bir seri önlemi uygulamaya koydu. Bu uygulamalar, neoliberal aklın şaşkın gözleri önünde güçlü bir ekonomik toparlanma başlattı. Ancak bu “daha iyi kapitalizm” başarısının nereye kadar sürdürülebileceği henüz belli değil.

Örgütlenme alanındaysa, sol yükselmenin Podemos ve Sol Blok, Almanya’da Sol Parti (Die Linke), İngiltere’de Momentum gibi başarılı örneklerinin, birçok sol grubun ve platformun, açık tartışma, parti içindeki konumlar için özgür rekabet ilkeleri üzerinde bir araya gelmesiyle şekillendiği görülüyor. Bir araya gelenler, birliği onayladıktan, birliği oluşturan yapı içindeki konumlar ve kararlar üzerinde özgürce rekabet ettikten sonra, birliğin aldığı kararlara uymaya devam ettiği sürece bu yapılar varlıklarını koruyabiliyorlar.

Birçok parçadan oluşan sol grupları bir araya getirme çabaları, merkezi dikey (bürokratik disiplinli) yapılanmalar amaçladığı oranda başarısız oluyor. Buna karşılık, birçok ekonomik, sosyal haklar, LGBT, iklim krizi gibi farklı mücadele alanlarını, bu alanlarda uzmanlaşmış grupları, mücadelelerini koordine edebilecek biçimde birleştirebilecek, gerektiğinde belli hedeflerde yoğunlaştırabilecek yatay, network türü örgütlenmeler ilgi görüyor. Bu tür örgütlenmelerin sol grupları bir araya getirmeye ve bir arada tutmaya, hatta hükümet taşımaya yardımcı olduğu görülüyor.