G-20 Zirvesi’ne Obama, “ABD Kongresi bana yaptırtmıyor; bari sizler harcamayı sürdürün ki ihracatımızı artırarak durgunluğu aşabilelim” talebiyle...

G-20 Zirvesi’ne Obama, “ABD Kongresi bana yaptırtmıyor; bari sizler harcamayı sürdürün ki ihracatımızı artırarak durgunluğu aşabilelim” talebiyle gitti. Sonuç bildirgesindeki, “gelişmiş ekonomilerde bütçe açıklarının 2013’e kadar en azından yarı yarıya indirilmesi kabul edildi” ifadesi ABD’nin yenilgiye uğradığını belgelemiş oldu.
Metropol ekonomilerindeki sallantılı “gidişata” rağmen, “kamu maliyesinde kemer sıkma” tezini kimler, nasıl savundu?
Öncülüğü Avrupalılar yaptı. Almanya, Fransa, Britanya liderleri, “kemer sıkma” politikasına geçmeyi önceden kararlaştırmışlardı. AB’nin iki başkanı Barroso ve Van Rompuy, G-20 toplantısına ortak imzalı bir mektup sunarak bütçelerde daralmanın, “güçlü ve kalıcı büyümeye geçiş için gerekli” olduğunu ileri sürdüler. “Talep kısmanın büyümeye katkısı” nasıl açıklanabilir? Avrupa Merkez Bankası Başkanı Trichet’ye göre kemer sıkma önlemleri, “güven verici politikalardır; bu nedenle ekonomik canlanmayı kösteklemez; tam aksine hızlandırır.” Yüksek borçlanmada ısrar, piyasalarda “güven bunalımı”na yol açacak; er-geç faizler yükselecek; büyüme aşağıya çekilecektir…
Bir buçuk yıl önce, “kamu harcamalarını artırın” çağrısını yapan IMF de “kemer sıkmacı cephe”ye geçmiştir. Fon’un baş ekonomisti Blanchard ile (IMF’nin eski Türkiye temsilcisi) Cottarelli “Gelişmiş Ekonomilerde Malî Ayarlama Üzerine On Emir” başlıklı bir yazı kaleme almışlar. Yazarlar, “malî daralma, güveni ve borç vermeyi canlandıracağı için özel yatırımlardaki artışın ve uzun dönemli büyümenin anahtarı olacaktır” saptamasını yapıyorlar; önümüzdeki beş yıl boyunca “birincil bütçe dengesinin her yıl yüzde bir oranında aşağı çekilmesini” öneriyorlar ve ekliyorlar: “Daha yüksek açıklı/borçlu ülkeler için daha fazla; diğerleri daha hafif daralma doğru olur.”
• • •
Uluslararası iktisat ulemasının “ağır topları” ise, “gaflete kapılmayın; harcamaya, bütçe açıklarını artırmaya devam” çağrısını ısrarla sürdürüyorlar.
Nobel ödüllü Paul Krugman’la başlayalım: “Gerçekten yeni bir Karanlık Çağ’dan geçiyoruz. 70 yıl önce çürütülmüş hataları, ünlü profesörler yeniden keşfediyorlar. Son aylarda politika çevrelerinde malî kemer sıkmanın âciliyeti üzerinde bir oydaşmanın ortaya çıkmasını hayretle, dehşetle izliyoruz. Büyük ekonomiler hâlâ batık durumdayken, harcamaları kısmak, ne hikmetse, yaygın kanı haline gelmiştir. Yitik bir onyılın eşiğinde olduğumuzu sanıyorum.”
Bir diğer Nobel’li, Joseph Stiglitz de aynı cephede yer alıyor. Britanya’nın yeni başbakanı Cameron’un bütçe kısıntılarına “yanlış, yanlış, yanlıştır” diye saldırdıktan sonra ekliyor: “Eski hikâye hâlâ geçerlidir: Harcamaları kısın; ekonomi inişe geçecektir. IMF bu hatalı politikayı 1980’li, 1990’lı yıllarda Kore’de, Tayland’da, Endonezya’da, Arjantin’de ve gelişmekte olan diğer ekonomilerde uyguladı. Ne olacağını onlara da bakarak öğrendik. Ekonomiler zayıflayacak; yatırımlar felce urayacak; inişe dönük bir kısır döngü söz konusu olacaktır. Tüm dünyanın bugünkü gereksinimi kemer sıkma değil, daha fazla talep pompalamaktır.” 2001 krizinde uygulanan (ve AKP’yi iktidara taşıyan) IMF programını hatırlatarak Türkiye’yi de “IMF mağdurları” listesine ekleyebiliriz.
“Daraltıcı maliye politikalarının büyümeyi desteklemesi” tezine karşı çıkan Keynes’gil iktisatçılar ısrarla soruyorlar: “İç talebin çökmüş olduğu bir ortamda, sadece kamu harcamalarını aşağıya çekerek büyüme hızının yükseldiğini gösteren tarihsel, nicel tek bir kanıt var mıdır? Bütçe açıklarının rekor düzeye yükseldiği 2009-2010 döneminde, uzun vadeli devlet tahvillerinin faiz oranlarının yüzde 4’ü aşmamış olması, piyasalardaki güven bunalımı tezleriyle nasıl açıklanabilir?”
“Kemer sıkmacı kamp” bu sorular karşısında suskun kalacaktır; zira, onların önerileri bilimsel bulgulara değil, başta finans, büyük metropol sermayesinin çıkarlarıyla ilgilidir: Devlet tahvillerinin, hisse senetlerinin, şirket varlıklarının değeri, bütçe açıklarının tetikleyebileceği bir enflasyon sonunda aşınmasın; eriyip gitmesin! Keynes, bu senaryonun burjuvazinin “parazit” ve “üretken” kanatları arasındaki çıkar çatışmasını içerdiğini günümüzdeki takipçilerinden daha iyi algılamıştı. Bugün durum farklılaşmıştır. Finansallaşma tüm sermaye gruplarını kucaklamıştır ve ana karşıtlık büyük ölçüde sermaye-emek düzlemine taşınmıştır.
• • •
Bütçe kısıntılarının kısa dönemde dünya ekonomisine daraltıcı bir ivme getirebileceğini IMF de kabul ediyor. Blanchard ve Cottarelli’den aktarayım: “Ekonomik canlanma sürdürülecekse, malî daralmanın iç talep üzerindeki olumsuz etkisi, dış talebin güçlenmesiyle telâfi edilebilir.” Zenginlere “malî daralma” önerildiğine göre, bu görev çevre ülkelerine düşüyor: “Yükselen piyasa ekonomilerinin bir bölümünde cari işlem fazlalarının aşağı çekilmesi için dış talebin (ihracatın) iç talebe kayması gerekir.” Burada cari fazla veren çevre ekonomileri, örneğin Çin kastediliyor. Çin iç talebi alabildiğine pompalamakla kalmadı; fazlasını da vadetti; “daha esnek” bir döviz kuru politikasına geçeceğini de açıkladı ve IMF’den alkış aldı.
Peki, IMF’ye sormak gerekmiyor mu? “Dış fazla verenler, iç talebi kamçılasınlar ve paralarını değerlendirsinler” reçetesi niçin sadece yükselen piyasa ekonomileri için öneriliyor? Çin bu yolu izlediği için alkışlanırken avro bölgesinde cari fazla verenler; öncelikle Almanya niçin eleştirilmiyor?”
Evet, hem kamu harcamalarını kısarak dünya ekonomisinin durgunlaşmasına katkı yapan; hem de avro’nun değer yitirmesi sayesinde dış ticaret fazlasını rakipleri aleyhine genişleterek, “küresel dengesizlikleri” pekiştiren Almanya…
Angela Merkel’e bu soruyu IMF değil, Wall Street Journal yöneltmiş: “Çin döviz kuru politikasında reform yapacağını duyurdu. Almanya’dan da küresel dengesizliklerin azaltılması için katkı isteniyor. İhracat modeliniz nedeniyle eleştiriliyorsunuz; değiştirmeyi düşünmüyor musunuz?”
Merkel hiç ödün vermiyor: “Hayır. İhracat başarımız şirketlerimizin yüksek rekabet ve yenilik yapma gücüne bağlıdır. Almanya’nın rekabet gücünü yapay olarak düşürmek kimseye yarar getirmez. Sağlam kamu maliyesi önemli bir hedeftir.”
“Rekabet gücünü yapay olarak düşürmek”, avro’yu yukarı çekmek anlamına gelir. Böylece Merkel, Almanya’nın çıkarlarını desteklediği için avro’nun değerinin bilinçli olarak aşındırıldığını itiraf etmiş oluyor.
Bu çekişmeler içinde “malî kural” uygulamaya hazırlanan Türkiye’nin yeri nerededir? Önümüzdeki haftalarda tartışmak üzere…