ABD eski Başkanı Donald Trump, nisan sonuna kadar NATO’nun Afganistan’dan tamamen çekileceğine söz vermişti. Ancak bunun olmayacağı belliydi. Nitekim yeni ABD Başkanı Joe Biden’in görevi devralmasının ardından gerçekleştirilen ilk savunma bakanları konferansında konunun ertelenmesine karar verildi.

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, erteleme kararını Taliban hareketinin ‘kendisinden beklenenleri’ yerine getirmemesine bağladı. NATO’nun Taliban’dan beklediği ise El Kaide gibi terör örgütleriyle yolunu kesin olarak ayırması ve Kabil’deki Batı destekli hükümetin de yer aldığı barış görüşmelerini sürdürmesiymiş.

Bütün bunlar 2001 yılında Afganistan’a “demokrasi ve insan hakları” getirme iddiasıyla başlatılan projenin iflas ettiğini bir kez daha gösteriyor.

20 yıl önce başlatılan “Sürekli Özgürlük Operasyonu (Operation Enduring Freedom)”, 1990’lı yıllarda Afganistan’da yönetimi ele geçiren Taliban hareketini iktidardan uzaklaştırmış, işgalci güçlere ve onların kurduğu yeni yönetime karşı silahlı direniş gösteren bu harekete karşı yıllar boyunca amansız bir savaş yürütmüştü. Sivil halktan onbinlerce kişinin yaşamını yitirdiği savaşın sonunda gelinen nokta ise Taliban’ın yine belirleyici bir biçimde yer alacağı bir çözüm oldu. Yani çözümsüzlük.

İşin kötü yanı, Afganistan’ı ABD liderliğindeki Batı dünyasının yani emperyalizmin soktuğu bu çözümsüzlük sürecinden kurtarabilecek, “gerçek bir demokrasi ve tam bağımsızlık” hedefleyen güçlerin hiçbir ağırlığının olmaması.

Bir tarafta gücünü halkın önemli bir bölümü tarafından “işgalci” olarak görülen yabancı silahlı güçlerden alan ve yolsuzluklar içinde yüzen, meşruiyeti tartışmalı merkezi yönetim; diğer tarafta ülkeyi yeniden şeriatla yönetmeyi hedefleyen İslamcı direniş. Bu cenderede sıkışmış olan Afganistan gençliğinin insani bir gelecek umuduyla bulduğu ilk fırsatı değerlendirip, Batı ülkelerine sığınmayı hedeflemesi gayet doğal. Uluslararası Göç Örgütü’nün kayıtlarına göre, şu anda Yunanistan’daki kamplarda bekletilen binlerce sığınmacının yarısını Afganistanlılar oluşturuyor. Tüm dünyadaki Afganistan kökenli sığınmacıların nüfusu -ki bunların büyük kısmı Almanya’da- 7 milyonu buluyor.

***

Emperyalizm, kendisine artık büyük yük olan Afganistan sorunundan kurtulabilmek için bir zamanlar savaştığı Taliban’la anlaşmaya çalışıyor.

Trump’ın ortaya attığı NATO’nun tamamen geri çekilmesini öngören çözüm sonuç getirmeyecekti. Çünkü böyle bir durumda tarih 90’lı yıllarda olduğu gibi tekerrür edebilir ve gücünü dış güçlerden alan merkezi hükümet kısa zamanda yıkılıp, tüm ülke yeniden İslamcı güçlerin kontrolü altına girebilir.

NATO’nun şimdi yaşadığı açmaz, 1980’lerde Afganistan’ı “işgal eden” Sovyetler Birliği’nin karşı karşıya kaldığı duruma benziyor. Aslında Sovyetler Birliği’nin 1979’daki askeri müdahalesi önce Amerika ve müttefiklerinin 2001’deki müdahalesinden farklıydı. “Kızıl Ordu”, o dönem iktidardaki sosyalist yönetimin daveti üzerine bu ülkeye gönderilmişti. Mevcut hükümetin Afganistan’da sosyalizmi kurma çabasını destekleyecekti. Ama öyle olmadı. Halkın büyük kısmı darbeyle iktidara gelmiş olan “meşruiyeti tartışmalı” yönetimi desteklemiyordu. Bu arada hem ABD liderliğindeki emperyalizmin, hem de şeriatla yönetilen İslam ülkelerinin desteklediği muhalefet güçlerinin direnişi giderek büyüdü ve Kızıl Ordu da güya yardımına gittiği bir ülkede “işgalci” konumuna girdi. Sonuç biliniyor. Sovyetler Birliği, 10 yıl süren savaşın sonunda (1989) Afganistan’daki tüm birliklerini geri çekerek, desteklediği hükümeti ortada bıraktı. Bu süreçte Batı dünyası ve İslam ülkelerinin büyük desteğini alan şeriatçı güçler de birkaç yıl içinde bu yönetimi devirerek, tüm ülkeyi kontrol altına aldılar (1996).

Ve bu arada Sovyetler Birliği ve liderliğindeki “sosyalist blok” da çoktan dağılmıştı.

Amerika 11 Eylül 2001’de El Kaide’nin saldırısına uğramasaydı, belki de emperyalizmin desteğiyle iktidara gelen Taliban uzun yıllar iktidarda kalacaktı.

Ama besledikleri karga, gözlerini oymaya kalkışmıştı.

Afganistan’ı işgal edip, terörizmi yenilgiye uğratacaklarını, ülkeye demokrasi ve özgürlük getireceklerini ilan ettiler.

Olmadı, olmuyor.

20 yıldır savaşıyorlar ve çözemiyorlar. Bu arada Usame Bin Ladin’i öldürdüler ama El Kaide ortadan kalkmadı. Şiddet şiddeti doğuruyor. Ülkenin neredeyse yarısı halen Taliban’ın kontrolü altında.

Afganistan’a müdahalenin sadece ABD’ye maliyeti 2001-2017 yılları arasında 2,4 trilyon doları bulmuş. Almanya’nın Afganistan’daki varlığının maliyeti 10 milyar euroyu aşmış. Böyle giderse daha epeyce para harcanacak. Tabii bu arada savaş sanayinin kasaları dolmaya devam edecek. Görünen o ki Afganistan’daki ilerici güçlerin bu açmaza bir çözüm dayatacak takati yok. Savaşın tarafı olan ülkelerdeki ilerici güçlere büyük görev düşüyor. Ama onların sesi de çıkmıyor yeterince.

Strasbourg’daki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), geçen hafta Eylül 2009’da yaşanan bir savaş suçu davasını reddetti. Afganistan’ın Kunduz bölgesinde yaşanan olayda NATO uçaklarının bombalaması sonucu 140 sivil yaşamını yitirmişti. Bombalama emri bölgedeki Alman birliğinin komutanı tarafından verildiği için Almanya’da kısmi bir skandala neden olmuş, muhalefetteki Sol Parti dönemin Savunma Bakanı hakkında suç duyusunda bulunmuştu. Olayda oğullarını yitiren bir Afgan köylüsünün Almanya’da açtığı tazminat davası sonuçsuz kalınca, dava AİHM’ye taşınmıştı. O dava kazanılsaydı, yakınlarını yitiren diğer insanların da tazminat hakkı doğacaktı. Strasbourg’daki yüksek yargıçlar da geçen hafta bu savaş suçunu tazmin etmeyi kabul etmediler.

NATO Afganistan’daki askeri varlığını sürdürmeye devam ediyor. Son haberlere göre Alman Savunma Bakanı, oradaki asker sayısını artırmayı düşünüyor.

Yani çözümsüzlük devam edecek.