Yıl 1971, muhtıra verilmiş, Sıkıyönetim var, ne oluyor? Tuhaf şeyler elbette. O yıllarda olan tuhaf şeylerden bazıları: AKM yakılıyor, bir şehir hatları vapuru yakılıyor… Sonra kimi tiyatrocular yargılanıyor. Sonuçta ne oluyor, şudur budur derken davalar bitiyor, Dostlar Tiyatrosu Sabotaj diye bir oyun sergiliyor.

İTÜ’lü bir mühendis anlamsız yere tutuklanıyor, ağır işkence görüyor, kendisiyle alakasız ithamlarla yargılanıyor. Sonra ne oluyor? Yılmaz Güney hapisten çıkıyor, Sanık diye kitap yazıyor, tabii ki kardeşimizin hikâyesinden, gerçek olaydan yola çıkarak.

Eee, Yılmaz Güney’i de içeri alıyorlar, istirahatgah olarak Hücre’yi kendisine layık görüyorlar. Yılmaz Güney ne yapıyor, o hücrede? Düşünüyor, kendisiyle hesaplaşıyor, kitap çıkıyor sonra, Hücrem.

Sonra ne mi oluyor? Yılmaz Güney uzun yıllar hapiste kaldıktan sonra nöbet yeter deyip yurtdışına çıkıyor, orada Altın Palmiye alıyor, sonra ne mi oluyor? Düzen onu vatandaşlıktan çıkarıyor. Sonra ne mi oluyor? Filmlerini yakıyorlar.

Sonra ne mi oluyor? 1993 Sivas’ta Aleviler yakılıyor. Sonra ne mi oluyor? Yaklaşık 15 yıl sonra 500 oyun arka arkaya kapalı gişe olarak Dostlar Tiyatrosu Sivas 93 oyununu oynuyor, belgelere dayanarak.

Sonra ne mi oluyor? Türkiye’de dengeler değişirken, liboşlar iktidara kulluk ederken, yalanın ardı arkası kesilmezken, AKM kapatılıyor. Nedensiz yere, yanisi bir gerekçe uyduruluyor, ama yalan olduğu her şeyinden belli şekilde, parası pulu her şeyi hazırken, bina restore edilmiyor, yaklaşık 9 yıldır kapalı.

Şimdi olan ise Batman’da kurulan Yılmaz Güney Sanat Sineması önce şehre atanan kayyumun kararıyla kapatılıyor. İçi boş. İnsanlar yok. İşte bu sırada elektrik kontağından çıkan yangınla sinema yanıyor. Ölen ya da yaralanan yokmuş. İçi boş sinema yanmış. Hem de harap olacak biçimde.

Bakalım kaç yıl sonra hangi tiyatro ekibi bunun oyununu oynayacak? Yakılan filmler, vatandaşlıktan çıkarılma, muhalif bir festival ve yanan sinema arasında dolayımlamalar yaparak, bağlantılar kurarak, kim oynayacak ve elbette konu sinema olunca, kim bunun belgeselini ve hatta kurmaca filmini yapacak?

Ha bir de, başta Fransa’daki siyasi iktidarın bize öğrettiği bir gerçek var: Burjuvazi devrimci Paris’ten o kadar korkmuştu ki Paris’in imar planını değiştirdi, kenti 19. yüzyılda yeniden yapılandırdı. Ve elbette geçmişteki büyük isyanların izlerini, tarihi katletmek ve yok saymak için yok etti.

Ve elbette bugün de bizim tarihimize saldırıyorlar, tarihin direniş anı olarak ise eserlere saldırıyorlar, mücadele edenlere de: Direniş için, direnecek akıl ve duruşu anlamlı kılacak ahlak gerekli!

Akılla ve ahlakla bir direniş için ve Yılmaz Güney’e saygıyla, şimdi Elif Güney’in kısa açıklamasının sırası;

“Batmanın önemli sanat simgesi olan, her yıl Kürt Kısa Film Festivali düzenlenen öncü Yılmaz Güney Sinemasında yangın çıktı. Elektrik kontağından çıktığı ileri sürülen yangında sinema kısa sürede alevlere bürünerek sinemanın büyük bir bölümü kül oldu. Çıkan yangında can kaybı olmadı.

Tabii ki can kaybı olmadığı için çok seviniyoruz. Lakin simgesel anlamda bu yangın çok canımızı yaktı. Daha doğrusu kendi adıma konuşayım, benim canımı çok yaktı. Yine bir kültürün, bir sembolün yok edilmesine gönderdi beni. Yine ateşler içinde farklı seslerin yok edilmesi geldi aklıma. Yılmaz Güneyin yakılan onca filmlerine gitti aklım... Yine alevler, ateşler... cayır cayır yanan filmler, yok edilmek istenen tehlikeliler... tehditler... kime tehdit, neye tehdit...? Kültür, sanat, en güzel, en ince tehditlerdir asırlardan beri. İnsanların ruhunu işler bunu hepimiz biliriz.

Çıkan yangın bir binayı yakmadı, bir tuğla yığınını yok etmedi.

Bir simgeyi yok etmek istedi.

Bir kültür öncüsünü ve simge olan ismi yok etmek istedi.

Zümrüt-ü Anka misali yeniden doğulur küllerden,

Kazanılır, mutlaka kazanılır...

Birgün Mutlaka.”