Ankaralı müzisyenler serimize bu hafta Batu Ayduğan ile devam ediyoruz. Batu geçtiğimiz ay yeni albümü “Bağırıyorsam Kime Ne”yi dijital platformlarda bağımsız olarak yayına soktu. Batu ile Ankara’yı ve müziğini konuştuk. >>Müziğe olan ilgin nasıl başladı? Eskiden babamın mesleği gereği sık sık uzun yolculuklar yapardık. Yolda hep annemle babam arasında TV kumandası kavgası gibi benim istediğim […]

Batu Ayduğan: Ankara küllerinden doğuyor

Ankaralı müzisyenler serimize bu hafta Batu Ayduğan ile devam ediyoruz. Batu geçtiğimiz ay yeni albümü “Bağırıyorsam Kime Ne”yi dijital platformlarda bağımsız olarak yayına soktu. Batu ile Ankara’yı ve müziğini konuştuk.

>>Müziğe olan ilgin nasıl başladı?

Eskiden babamın mesleği gereği sık sık uzun yolculuklar yapardık. Yolda hep annemle babam arasında TV kumandası kavgası gibi benim istediğim cdyi çalacağız çatışması olurdu. Babam genellikle hazırladığı halk müziği cdlerinden giderdi. Annemse dünya da ve Türkiye’de yeni çıkan rock albümlerini alır ve onları açardı. O günler tabi 2000 Türk Rock müziği sıçrayışının yaşandığı zamanlardı. Düşünsenize 16 saat yolculuk ve en az 12 saati yolda müzik dinleyerek geçiyor. Babam ses sistemlerine çok ilgiliydi ve bizim evde sürekli arkaplanda müzik çalardı. İlk babamdan görerek 14 yaşımda bağlama çalmaya başladım. Lisede arkadaş ortamında sesin iyiymiş muhabbetlerinden sonra baktım söylemeyi de seviyorum ilk grubumu kurdum. 4 yıl boyunca sayısız cover çalıp sahneler aldık. Biriken besteler arttıkça onları hayata geçirme hayalim daha da büyüdü. Üniversitede birçok grupla güzel sahne fırsatları yakaladım, bestelerimi çalma imkanım da oldu. Koner Memili ile tanışmamızdan sonra “fısıltı” albüm süreci başladı.

>> Son dönemde genel olarak genç müzisyenlerde tekli yayınlama eğilimi var. Ancak sen ikinci albümünü yayınladın. Albümlere ilgi nasıl sence? Senin kayıt süreçlerin nasıl ilerliyor?

Sadece genç müzisyenlerde değil genel bir tekli parçalarla ilerleme eğilimi var. Kaset, cd, internet ve dijital platform evrimine canlı canlı tanık oldum. İnternet ve özellikle dijital platformların müziğin asıl dinlendiği mecralar haline gelmesiyle, herkesin her müziğe kolaylıkla ulaşabildiği ve çabuk tüketme alışkanlığının yaygınlaştığı bir gerçek. Dinleyiciyle kavuşabilmiş isimlerin artık albümle klibi olmayan parçaların harcandığını düşünmeleri gayet normal. Fakat benim dinleyiciyle kavuşmayı kovalayan, minimum 45 dakikalık sahnelerde besteleriyle var olmayı hedefleyen birisi olarak üreterek tarzımı ortaya koymam gerekiyor ve en keyif aldığım kısmı da bu. “Fısıltı” ve “Bağırıyorsam Kime Ne” 8er bölümden oluşan 2 ayrı roman benim için. Kayıt süreci her 2 albümde de Koner Memili prodüktörlüğünde SoundCity İstanbul stüdyolarında Taksim’de gerçekleşti. Koner Memili ile çalışabildiğim için çok şanslıyım. Söz ve müzik ikimize ait. Kayıt sürecinde yaşadıklarımızdan film değil filmler çıkar. Sürprizlerle dolu, çok yorucu ama bir o kadar da eğlenceli bir süreç bizim için.

>> “Herkesin Doğrusu” için Taksim’de bir klip çektin. Neden orayı tercih ettin? Biraz klip aşamasından bahseder misin?

Taksim benim ikinci evim. “Gezi” den sonra her ne kadar Taksim kültürü yok edilmeye çalışılsa da Taksim’in ruhu ve kokusu küllerinden yeniden o kültürü doğuracaktır. Yaptığım müziğin ruhunu taşıyan o sokaklara ait olduğum için klibimi “Onur Cansız” yönetmenliğinde Taksim’de çektik. Sabah 5-6 gibiyse ve hafta içiyse İstiklal’i boş yakalamanız mümkün olur. Klip boş bir Taksim’de küllerimizden doğuşun ve “hadi inlerimizden çıkıyoruz”un hikayesi, Klipte her gece olduğum moddaydım, güzel bir konserlere çağrı ve tanışma oldu.

>> Bağımsız olarak müziğini farklı platformlarda yayına sokuyorsun. Müziğini bağımsız olarak dinleyiciye ulaştırma konusunda zorluklarla karşılaşıyor musun?

>> Bağımsız olmak hayatımın her alanında ruhumda var. Sadece tırnaklayarak, zorluk çekerek oluyor ama herkesten bağımsız, olduğumuz gibi, içimizden geldiği gibi müzik yapmak her şeye değer. Şimdi küçük bir aile olduk, konserlerle ve yeni gelişmelerle o ailenin çok daha büyümesi temennimiz. Size de bize kapılarınızı açtığınız için çok teşekkür ediyorum, iyi ki varsınız.

>> Ankara müzik sahnesini nasıl değerlendiriyorsun?

Ankara’da geçtiğimiz yıllarda ağır belediye yasaklarıyla gelenekselleşmiş bazı mekanlar bile canlı müzik yapamaz oldu. Yeni yeni Ankara da küllerinden doğuyor. Geçtiğimiz 2 yıl içerisinde açılan mekanların ortak sorunu tekelleşen müziğin yeni kaleleri olmuş olmaları. Bizim sahne alabileceğimiz iyi ses sistemli sahneler parmakla sayılı fakat bizim de bir şekilde diğer isimlerle bu sahnelerde karşılaşıp kaynaşıp birlikte sırt sırta verip yol almamızın ve Ankara ruhunu yakalamanın da bir nevi gizli formülü. Bu durumun da çok büyük bir dezavantajı oldu, Ankara’da bazı stüdyolar ve plak şirketleri bu kendiliğinden oluşan organik tayfalaşmayı yapay bir şekilde oluşturup, kendi şirketlerinden çıkan isimlerin bir arada olduğu organizasyonlarla yeni bir tekelleşme başlattılar.

>> Ankara’nın senin müziğine bir etkisi oldu mu?

Ben ODTÜ’de okuyorum. Telefonlarımın kapalı olduğu, kimsenin bana ulaşamadığı zamanlar olur. Yakın arkadaşlarım o anda ormanda olduğumu bilirler. Manzarası inanılmaz birkaç özel noktam var ormanda. Gitarımla oradayımdır. Arkadaşlarım da bunu bilip, erzaklarla yanıma gelirler. Ankara’nın soğuğunu, karını ve ayazını tüm kış müzik yaparken yaşayan birisiyim. Ankara benim gözümde yerli Seattle ve müziğimin ruhunun beslendiği asıl yer.

>>Önümüzdeki süreçte planların neler?

“Herkesin Doğrusu” klibi aslında bir mesajdı. Asıl hikaye şimdi başlıyor. Nerede sahne fırsatı yakalarsam orada bütün enerjim ve ruhumla “Hisset”, “Hissettir”, “Zevk al” mottomu insanlarla yaşamak istiyorum. Arada tabi yeni sürprizler de neden olmasın.