1. Türkiye’de akıl almaz olaylar, sapıkça din adına açıklamalar yapılabiliyor. Örneğin, kamu malını ya da devletin malını siyasi bir figürün yemesinin hırsızlık olmadığının söylenmesi gibi. Bunların da ötesinde, genelde cinsellikle ilgili sapıkça açıklamalar yapılıyor. Bunlar gittikçe daha çok artıyor, genelde de erkek fantezilerinin şişmiş egolu olanları tavan yapmış durumda. Bu bir toplumsal hastalık haline geldi. Çoğunlukla yargı bu tip fantezileri koruyor, yapanlara hafif cezalar veriyor. Kadın cinayetlerinden tutun da kadın bedeni üzerinde tahakküm kuran tavırlarda meşruiyet sınırları çoktan aşıldı. Vahşi şeyler özendiriliyor. Bunun tam anlamıyla tarihsel adı: karşı-devrimin iktidara yürümesidir.

2. BLAIR-KADDAFİ telefon görüşmesi, tarih 25 Şubat 2011.

Blair Kaddafi’ye birkaç gün ulaşmaya çalışmış, durumun güçlük taşıyan, ciddiyeti olan bir hal aldığını belirtiyor ve ilk önce neler olup bittiğini soruyor.

Kaddafi: “Hikaye basitçe şu: Kuzey Afrika’da uyuyan hücreler uyandı. Kuzey Afrika’da El-Kaide Örgütü adında. Onlar Arapçayı kullanmıyorlar, İslami bir dili kullanıyorlar. Libya’daki uyuyan hücreler 11 Eylül öncesinde Amerika’daki keşfedilmemiş hücrelere benziyor. Pembe bir tablo çizmeden konuşursak, onlara polis merkezlerine saldırma emri verilmiş ve amaçları huzuru bozmak. Silahlanmayı başarmışlar. Aniden yerleşim yerlerine saldırıyorlar ve binaları ateşe veriyorlar. Her iki taraftan sınırlı sayıda ölüm oldu. Kendilerine saldırılan polisler şaşkınlığa uğradı. Gösteriler yapmak onların kullandığı bir taktik değil, onlar o tip siyasi çalışma yapmazlar. Silahlanma işini hallettiler ve halkı korkutup sindirmeye çalışıyorlar. İnsanlar yaşadıkları yerleri terk edemezler. İnsanları silahla tehdit ediyorlar. Yerel merkezleri alt üst ettiler, Bingazi’de El Kaide’nin fikirlerini yaymaya çalışıyorlar. El Kaide Emirliği adını vermek istiyorlar oraya. Liderleri Guantanamo’da hapis yatmış Al Hassadi. ABD gizli servisi onu biliyor. Onu bizim buraya göndermişler. Onun takipçileri El Kaideliler. Yaptıkların Cihat diyorlar. Ellerindeki silahlarla sokaklardaki insanları terörize ediyorlar. Bir kez saldırıyor, korkutuyor ve sonra da kaçıyorlar. Gerçek yüzleri açığa çıkmıyor, gizliler. Burada yabancı basın yok. Dünyadan değişik basına çağrıda bulunduk, gelsinler ve buradaki gerçek olayları yazsınlar. Bunlar silahlı gangsterler.”

Sonra ne mi oluyor? Gerek Blair gerekse Sarkozy başta olmak üzere Avrupalılar ve Amerikalılar Kaddafi’ye düşmanlıkları ve Kaddafi’nin tipik bir Arap sosyalisti olarak Batıyla kurduğu ilişkilerde halkının safında olduğu için ve ülkesinin bir batı sömürgesi olmasının önündeki en bilinçli engel haline geldiği için, safdışı etmek istiyorlar. Libya hakkında sistematik biçimde yalanlar söylüyorlar. Bu yalanları da batılı değerler, barış, halkın korunması gibi afilili kelimelerle süslüyorlar.

Kaddafi bu telefon konuşmasında, bunların burada kalmayacağını, Libya’yı yıkıp, Akdeniz’de kendilerince kafirlerin ticaretine engel olmaya çabalayacaklarını, sonra da orada da durmayacaklarını, terörü Avrupa’ya taşıyacaklarını, bunların niyetinin temel hak ve ödevlerle bir ilgisi olmadığını umutsuzca anlatıp duruyor.

Batılı ülkelerin İslam Ülkelerine, bunların halklarına, İslami Örgütlere ilişkin bilgisi çok az, daha doğrusu olgusal olarak biliyorlar, ama farklı bir zihniyet karşılarında, ona kafaları basmıyor. Batılı medya ise düpedüz yalanlar söyleyip duruyor. Sarkozy’nin Libya hakkında söylediklerinin tümü ama tümü bir yalandan ibaret. Kısaca bugün Fransa’daki terörist, vahşice saldırıların çıkış noktası, Sarkozy’nin yalanlarıyla ile harekete geçiyor. Sarkozy tam bir halk düşmanıdır.

Bugün batılı basın Kaddafi’nin bundan sonra olacaklara ilişkin söylediklerini ‘“prophetic” warning” olarak niteliyorlar, yani “kahince uyarı”.

Oysa Kaddafi’nin söylediklerinin kâhinlikle hiçbir ilgisi yok. Aynı şeyi ülkemizden çok iyi biliyoruz. 1980’lerde ve 1990’larda Uğur Mumcu ve Aziz Nesin’in söyledikleri, bugün nasıl birebir ve hatta daha beter bir şekilde karşımıza çıkıyorsa, Kaddafi’nin durumu da aynı. Kahinlik değil bu, aksine çok iyi tanıdıkları ve bildikleri gelişmelerin yarın güç kazanınca ne hale bürüneceğini toplumbilimsel akıl rahatlıkla anlayabiliyor: Görünen Köy Kılavuz İstemez.

Niyazi Berkes’in yıllar önce söyledi: Batılılar her zaman Tanzimat Zihniyeti ile Batılılaşmadan yanadır. Yani Suudi Arabistan tipi bir iktidar. Ülkenin iktisadi sömürge haline gelmesinde, Batılılara aracılık edebiliyor. Batılılar bu ülkenin yer altı ve yer üstü kaynaklarını sömürüyorlar, karşılığında ise bu işin siyasi sorumluluğunu bu ülkenin iktidarı üstleniyordu.

Ama Atatürk döneminde, siyasi bağımsızlık ile iktisadi bağımsızlık birleşince, bundan rahatsız oluyorlar. Dolayısıyla, Demokrat Parti’nin akıl hocalarından birisi olan Thornburg, Türkiye’ye gelip rapor yazınca, kamu iktisadi teşekküllerinin kaldırılmasını isteyebilir, bunların özel sektöre devredilmesini savunabilir ve hatta utanmadan ve rezilce Karabük Demir Çelik tesislerinin tasfiye edilmesini isteyebilir. Daha sonra da bir alçaklık örneği olarak, bunlar Demokratların programlarına girebilir.

Batılıların Ortadoğu ile ilişkilerinde, amaç halkların özgürlüğü, insan hakları, demokrasi değildir. ABD’nin Üçüncü Dünya ile ilişkilerinde sistematik biçimde en güvenilir müttefikleri diktatörler oldu. Libya örneğinde, Guantanamo’da işkence görmüş, kafayı sıyırmış rezilin Libya’ya geçirtilmesi ve orada Kaddafi-karşıtı saldırıların başını çekmesi gibi bir durumun rastlantı olduğunu söylemek saçmadır.

*(Honoré de Balzac)