Bu yazı daha yazılırken çoktan eskimiş veya bayatlamış olacak. Çünkü AKP kongresinin üstünden epey zaman geçti. Kongre üzerine çokça konuşuldu.  Özellikle AKP’li Başbakanın basına uyguladığı faşizan engelleme yöntemi yoğun bir biçimde tartışıldı ve eleştirildi. Bu yüzden bayatlamış bir yazıdır daha yazılırken…

            Bir başka açıdan ise, bu yazı pek bayatlamayacak. Çünkü, faşizm bir iktidar etme biçimidir. Bu iktidar etme biçimi uzun süredir geçerli bu memlekette. Bu yöntemin sahibi olan Başbakanın aynı totaliter hali sürekli olduğundan, yazı da tazeliğini koruyacaktır.

            AKP kongresinde Başbakan rakamlar sıralıyor: Satılan buzdolabı, çamaşır makinesi, araba sayılarını övünçle haykırıyor. İri sayılar da bir faşizm estetiği, faşizan algı oluşturma yöntemidir.  Başbakan verdiği sayılarla ekonomik gelişmeyi sergilemiyor. Aynı zamanda patronlara göz kırpıyor. Bu bol rakamlı metinlerin bir alt okumasıdır bu. Benim sayemde daha çok mal sattınız, ona göre diyor. Burada, baştan beri söz konusu olan bir çeşit ekonomik istikrar faşizmi! Verilen sayılar içinde AVM’ler atlandı. Satılan arabalara binin gidin alışveriş edin, deyiverseydi, ekonomik istikrar tam istikrara kavuşurdu.

            Bilindiği gibi Başbakan şiiri pek sever. Kongreye şiir okuyarak konuşmaya başladı. Sezai Karakaş dizeleri dinledik kendisinden. Şiir uğruna hapislerde yatmışlığı da var. Ama bir şey daha var; aynı hafta içinde “büyük” kitapevlerinin artık şiir kitabı satmama yönündeki yeni uygulamaları konuşulmaya başladı.

            Başbakan iri sayılarla yüksek politika yapıyor. Sayılan o kadar kalabalık rakamları hiç aklımda tutmadım. Bir şey var ki, onca rakamdan daha önemli; on yıl önce bu ülkede şiir kitapları “bin” baskı yapabiliyordu! Bu sayıların üstüne sayı koyamadı Başbakan. İri sayısal verilerle zenginleştirdiği konuşması bu yönden eksik kaldı. Oysa geçen on yıllık sürede şiirin ümüğünü sıktı başbakan. Şiir kitapları, değil bin, beş yüz basılsa bile satılacak yer bulmakta zorlanıyor. Çünkü kitapçı rafları daha iyi satılan mallara ayrılıyor! Şairler, kendi şiirlerini yazarken, kendileri için hayaller kurarken, aslında başkaları için hayal kurarlar. Başkaları için, herkes için şiir yazarlar. Bu yüzden yazdıkları en kişisel şiirler bile herkesindir. Şiir iklimi, böyle bir iklimdir. Ki kuruttu Başbakan bu iklimi. On kat, yüz kat artışlı sayılar veremiyor bu yüzden.

            Basılmadıkça, okura ulaşması engellendikçe, giderek şiir yeraltına inecek. Hayırlı olan da belki bu olacak! Yeraltı yaratıcıdır ve kötü olanı da yıkıcıdır.

         Şiir iklimini kuraklaştıran Başbakan, muhalif basının çağrılması konusunda “Mecbur muyum?” diye soruyor. Kükrüyor hatta! Burada geçerli olan mecburiyet değil, “gerekliliktir.” AKP’nin değil de ülkenin Başbakanı için basına davet, basına yasak koymamak bir gerekliliktir. Mecburiyet ile gereklilik farklıdır. Bazen de gereklilik, mecburiyetten daha “mecburdur.” Demokratik anlayışta “gereklilik” gereği, daha ağırdır bir anlam ve içeriğe sahiptir. Mecbur, icbar, zor; faşizmin dilidir bu dil vesselam.


Haftanın dizesi; “ırmaklar ağız birliği ediyor her çürüyüşe” (Süreyya Aylin Antmen, Sonsuzluğa Kiracı, Şiirden)