Esayan geçenlerde “Tarihin en çok suikasta uğrayan lideri: Erdoğan” başlıklı bir yazı yazdı. Markar Esayan’ın önceki performanslarını’ anlatmaya gerek bile yok

Bayılana gazoz ayılana limon

Memleketin sağ entelektüel dünyasında iki tip kalem sahibi at oynatır. İlk grubu bilgi ve analiz düzeyleri sınırlı, ancak milliyetçi ya da İslamcı jargonu kullanma kapasitesi yüksek olanlar oluşturur. Genellikle kendi kültürel ve siyasal cemaatlerinin içinde bilinir ve saygı görürler ancak ülkenin genel fikri tartışmalarındaki yerleri yok denilecek kadar azdır. İkinci grubu ise sahip oldukları kültürel ve sosyal kapital gereği özgüvenleri daha yüksek olan liberaller oluşturur. İktidarların meşruiyet arayışlarında ilk yöneldikleri adres olduklarından kendilerini her dönem vazgeçilmez addederler. Seküler okullardan yetişmiş, dil bilen ve iktisaden güçlü kesimlere temas imkânları olan özellikleriyle iktidar hizmetinde çalıştıklarında manipülasyon güçleri artar. Şimdilerde AKP destekçisi kalemşorlar arasında tenzili rütbeye uğrayanlarla takdir görenler arasında bir değişim var. Bu değişim öylesine karikatür portrelere entelektüel pozisyonu bahşediyor ki iktidar mahfillerinin liberal destekçileri dahi isyan noktasına gelmiş. Bugün itibari ile AKP gemisinde kalan son liberaller, partinin “fabrika ayarı”na geri dönmesini salık vererek zevahiri kurtaracaklarını umut ediyorlar. Daha “ılımlı” ve “demokrat” bir AKP’nin Türkiye’nin geleceği için ne denli önemli olduğuna dair masallar anlatıyorlar. Sol ve demokrat çevrelerde inandırıcılıklarını çoktan kaybetmiş bu zevatın nasihatleri AKP’nin cevval kalemşorları ve hırslı siyasetçilerinin nazarında hiçbir etkiye sahip değil. Bunu idrak edenler yakında gemiyi tamamen terk edecek. Bir de çoktan sözünü ettiğim gidişatı görüp ikbalini Erdoğan-severlikte arayanlar var ki bu gruptan bazıları vekil olarak parlamentoda AKP sıralarında yerini aldı. Şimdilerde bulundukları mevziden atıp tutmaya devam ediyorlar.

Geçenlerde Markar Esayan “Tarihin en çok suikasta uğrayan lideri: Erdoğan” başlıklı bir yazı yazdı. Esayan’ın önceki ‘performanslarını’ anlatmaya gerek yok sadece geçen sonbaharda Agos’u eleştirirken söylediklerini hatırlatmak yeterli. Esayan, Agos’u “küçük Ermeni cemaatinin içindeki daha da küçük bir cemaatin BirGün’ü” olarak tanımlayarak gazetenin Hrant’ın sonrasında Ermeni cemaatinin bir bölümünü “rehin” aldığını iddia etmiş ve Rober Koptaş’tan da cevabını almıştı. Belli ki dersini almış da ediyor ezber türküsü Esayan’ın seyahat ettiği irtifaya ulaşmamış ki Erdoğan’a yapıldığı iddia edilen “sembolik suikast”ın Dink’e “zehirli kan” metaforu üzerinden yapılandan farklı olmadığını ileri sürdü.

Tek adamlık
Esayan yazısında demokratik muhalefetin dikkat çektiği Erdoğan’ın tek adamlık sevdası ve yankıları için şöyle diyor: “Lider kültü diye zırvaladıkları bir nesneleşmeden değil, muhafazakâr kitlenin Erdoğan üzerinden özneleşmesinden ibarettir. Erdoğan’ın halk nezdinde değeri buradan gelmektedir”. Öncelikle “lider kültü”, muhalefetin Erdoğan’ı suçlamak için uyarladığı bir kategori değil aksine Erdoğan’ın ve taraftarlarının inşa ettikleri sürecin kavramsal bir analizi. Bu analiz sadece “Erdoğan algısı”ndan kaynaklanmıyor aksine onun son beş yılda hem devletin tüm organlarını kendine bağlama hem de sivil topluma nizam verme tutkusundan neşet ediyor. Muhafazakârlar üzerinde neo-patrimonyal bir iktidar kuran, tabanını “tüm sahip olduklarınızı bana borçlusunuz”a inandıran, onları gerektiğinde seferber edilecek bir kalabalığa indirgeyen de Erdoğan karşıtları değil Erdoğan’ın kendisi. Onun arzuladığı kendini fail olarak gören, AKP iktidarında söz sahibi olduğunu düşünen ancak muhayyel iktidarı ve kapasitesi doğrudan lidere bağlı olan bir yapıyı muhafaza etmek. Kusura bakmasınlar ama Erdoğan’ı “davanın” tarihsel birikiminin cisimleştiği bir özne olarak tarif etmek, o “davayı” liderin doğrudan yönetme pratiğinin parçası olan yolsuzluklar ve klientalist yapıyla eş tutmak demek.

“Deport etmek”
Esayan, Erdoğan’ın sözlerinin muhaliflerce çarpıtıldığını ‘kanıtlamak’ için yazısında bir dizi örnek veriyor; bunlardan ilk ikisi Ermenilere yönelik söylediği sözlerle, diğeriyse Kobene açıklamasıyla ilişkili. Sonuncusu için “Suriye’de Kürt oluşumuna ne pahasına olursa izin vermeyeceğiz” diyen Erdoğan’ın tavrının sürekliliğini hatırlatmam şimdilik yeterli. Nisan 2015’te meşhur “deport etmek” fiilinin geçtiği konuşmaya referansla Esayan, Erdoğan’ın aslında “Suriye’den katliamdan kaçanların Akdeniz veya Ege’de sulara gömüldüğü, Avrupa tarafından deport edildikleri bir dünyada Türkiye’nin herkese kucak açtığı”nı, “durumları yasadışı olanları dahi kaderine terk etmediği”ni anlatmak istediğini iddia ediyor. Hâlbuki sadece kendisinin alıntıladığı kısım dahi çok şey anlatıyor. Erdoğan tarihle yüzleşme çağrılarına karşı bugün Türkiye’deki Ermenistan uyruklu Ermenilerin durumunu öne çıkarmakla inkârcılığın güzel bir örneğini sergilemişti. Ülkedeki Ermenileri rehin olarak kullanma girişimi de ilk değildi üstelik. 2010’da Ermenistan ile ilişkiler sarpa sarmışken şöyle diyordu Erdoğan, “Benim ülkemde, 170 bin Ermeni var; bunların 70 bini benim vatandaşımdır. Ama 100 binini biz ülkemizde şu anda idare ediyoruz. E ne yapacağım ben yarın, gerekirse bu yüz binine hadi siz de memleketinize diyeceğim; bunu yapacağım. Niye? Benim vatandaşım değil bunlar... Ülkemde de tutmak zorunda değilim”. Esayan’ın eminim bunu da Erdoğan’ın “hoşgörüsüne” bağlayacak hayalgücü vardır. “Affedersin Ermeni” bahsi de bundan bağımsız değil. Her konuşmasında Müslümanlıkla eş tuttuğu millet-i hâkime vurgusu yapan Erdoğan daha bir ay önce meydanlarda “Ermeni lobisi” dediği şeyi bir suç kategorisi olarak muhalefeti itham etmek için kullanmıyor muydu?

Erdoğan öyle ya da böyle muktedirbaşıdır; açıklamaları da herhangi bir kanaat önderinden farklı bir anlam taşır zira devletin tüm araçları emrindedir. Dink’e yöneltilen linç kampanyası ile Erdoğan’ın sözlerinin çarpıtıldığı ve dolayısıyla “sembolik suikasta” uğratıldığı iddiasını aynı cümlede kullanmak bile akıllara ziyan bir iştir. Esayan bilir ki Hrant tam da bu memleketin vasatının kör ve sağır olduğu başlıklara işaret ettiğinden hedef gösterilmiş ve katledilmiştir. Erdoğan’ın söz ve eylemleri ise Hrant Dink’i öldüren, öldürülmesini onaylayan ya da sonrasında gerçeklerin açığa çıkarılmaması için bin takla atan müesses rejimin içinde anlamlıdır. Hrant 19 Ocak’tan bu yana o kaldırımda yatıyor; katillerini koruyanlar ise saraylarda geziniyor.