90’lı yılların sonuydu. Ankara’da yapılan “Halk Konseri” tıklım tıklımdı. Konserin yapıldığı spor salonunun ortasında program başlamadan saatler önce herkes yere oturmuş alanı doldurmuştu. Tribünlerde de, salonun ortasında da sahne dışında boş yer kalmamıştı. Bağdaş kurup herkesin yere oturduğu, sırtını, omuzunu birbirine yasladığı o alanda, salonun tam ortasında, tek bir kişi sandalyede oturuyordu. Sırtı bana, yüzü sahneye dönüktü. Görüntü komikti. Gözüme takılan durumun tam bir komedi olduğunu düşünüyordum. Komedinin sahibi, partisini tarihinde ilk kez baraj altında bırakan Deniz Baykal’dı. Durum aslında tam bir komediydi. Ama ben, bunun bir komedi değil aksine trajedi olduğunu daha sonra anlayacaktım.

Ben sonradan anlayacaktım ama yaşı benden daha büyük olanlar çok önceden bu insanın yaşattığı trajedileri zaten çokça tecrübe etmişlerdi. 1977 seçimlerinde CHP tarihinin en yüksek oyunu aldığında Ecevit’e, 1989 seçimlerinde birinci parti olarak çıkan SHP’de Erdal İnönü’ye muhalefet başlatarak aslında kime muhalif olacağını zaten kendisi göstermişti.


Ülkenin Kürt sorununu da, aynı trajik tutumla, 30 sene kadar öteleyenlerdendi. Bugün herkesin ağlayarak parlamentoya çağırdığı Kürt hareketinin, 1990’ların başında parlamentodan yaka paça atılmalarının önünü açanlardandı ve dahası yalnızca bir konferansa katıldılar diye yedi milletvekilinin partisinden ihraç edilmesinde de başrol oynamıştı. Sosyal olmasına sosyaldi ama demokratlığı Kürtlere kadardı. SHP gibi sol bir pratiğin bitirilmesinde CHP’nin “marka değerini” kullanmasını iyi bildi. Sosyal Demokratların “marka”, “küresel ekonomi” ve diğer güncel kavramlarla tanışma pratiğini bir kurultayda Ricky Martin’le devam ettirdi. Genel Başkanı olmasa bile en az yüzde 15 oy alacak olan CHP’yi yüzde 10 barajının altında bırakarak tarihi bir trajediye daha imza attı.


1999 seçimlerinde CHP’yi baraj altında bırakması aslında, bence, Baykal’ın siyaseten ulaşmak istediği hedeflerin kestirme yoldan gerçekleşmesiydi. Sonrasında CHP toparlanır gibi olunca yeniden partisinin başına geçiverdi. 2007 seçimlerinden sonra Erdoğan’ı başbakan yapmak için destek olmasına karşı çıkanlara kendi parti grubunda “Erdoğan’ı başbakan yapıyor diyorlar. Evet yapıyorum. Var mı itirazı olan” dediğinde Türkiye onun ne kadar öngörülü olduğunu yine anlayamadı. Dolmabahçe’de -“başbakan yaptığı” Tayyip Erdoğan tarafından- açıkça kandırılması yetmemiş olacak ki başkanlık sevdası nedeniyle Türkiye bir kaos ortamına sürüklenirken Haziran seçiminden sonra yeniden saraylara çıktı. Yine yanıldı. Yine kandırıldı. Ancak o devam etti. En son geçen hafta CNN Türk’te Ahmet Hakan’ın konuğu olduğunda insanların –iyi niyetle- gaf dediği şeyleri söyledi. “Halep bir Sünni kentidir Şii kuşatmasına teslim edilemez” dediğinde bir kez daha anladık ki Anadolu solcusuydu ama hem Şiilikle Arap Aleviliği arasındaki farkla hem de Suriye’de kimin kimi kuşattığıyla ilgili hiçbir fikri yoktu.

Onun siyasi hayatında öngördüğü hiçbir şey gerçekleşmedi ve doğru çıkmadı. Onun artık kendisinden başka kandıracak kimsesi de kalmadı. Biz de sonunda Savcı Sayan’ın Baykal’ı neden taparcasına sevdiğini daha net anladık.

Baykal solcu değildir. Ama sanıldığı gibi ulusalcı da değildir. O, çoğu siyasinin biyografisi yazılabiliyorken, biyografisi yazılamayan “derin” bazı siyasilerdendir. Hepsi bu.