Bayrağı halkın sofrasına dikmek

Murat BÜYÜKYILMAZ

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Türkiye’de tüketici enflasyonu yıllık bazda yükselişini 16’ncı aya taşıyarak son 24 yılın en yüksek seviyesinde gerçekleşti ve eylül ayında tüketici fiyat endeksi bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 83,45 artarken gıda enflasyonu yüzde 93.05’e yükseldi.

Bunun anlamı derinleşen sömürü koşullarına rağmen emekçi halk yığınları olarak ihtiyaçlarımızın daha azını hem de daha pahalıya karşılamaya çalışırken, başta en kırılgan kesimler olmak üzere hepimiz daha az doyacak daha az besleneceğiz.

Ülkedeki ekonomik kriz, sadece ekonomik alandan ibaret olmayan gıda krizini daha da derinleştiriyor ve yaz bitip kış yaklaştıkça mutfaktaki boş kavanozlar insanın içini karartıyor, muhalif televizyon ekranlarında tarım ve gıda krizi daha fazla yer buluyor. Fakat geçen sene de de aynı şekilde olmuştu ve bir önceki sene de…

Şimdi ise derinleşen tarım ve gıda krizinin eşlik ettiği kışa endişeli yürüyüşümüzün ufkunda uzun zamandır beklenen seçim var. ‘AKP Saray Rejimi’nin MHP ile girdiği ittifaka rağmen toplumu yönetmek bir yana ‘idare’ de edemediği ortadayken farklı muhalefet öbekleri de kendi siyasetlerini seçim platformuna taşımanın uğraşında.

İktidarın toplumsal sorunları çözmek bir yana daha da derinleştiren her uygulamasına karşın muhalefetin gündemleştirdiği pek çok başlığın, temel toplumsal problemleri ıskaladığını ve başta hatırlattığımız enflasyon-gıda enflasyonu üzerinden gıda krizine yönelen bir talep ve çözüm siyasetinin ısrarla yaşama koşulması gerektiğini düşünüyorum.

Çünkü başta çocuklar olma üzere tüm kırılgan kesimleriyle geniş emekçi yığınlarının bırakın beslenmeyi artık doyamadığı bir noktada mücadele bayrağını önce halkın sofrasına dikmek gerekiyor.

Gıda hakkının herkes için sağlanabilmesi amacıyla, gıda güvenliği ve gıda güvencesini içerip aşan gıda egemenliği mücadelesini, hem toplumsal sorunlara yanıt üretebilen bir talep ve çözüm siyasetinin bayrağı haline getirmemiz gerekiyor.

Bu noktada, SOL Parti tarafından 8 Ekim tarihinde Uşak’ta “Üzüm, tütün, buğday bizim canımız” üst başlığıyla gerçekleştirilecek Üretici Mitingi’ni hatırlatalım. Endüstriyel tarım ve gıda sistemine karşı başta üreticiler olmak üzere gıda üzerinde emeği ve hakkı olan herkesin ortak taleplerini toplumun gündemine taşımanın hangi tonda olursa olsun toplumcu siyasetin her renginin temel görev olduğunu belirtmiş olalım.

Toplumsal sorunların çözümlerini de öneren talep siyasetinin bir diğer ayağını da çözümün mümkün olduğunu yaşamın içerisinde gösteren dayanışma faaliyetleri oluşturuyor. TBMM’nin açılmasıyla Meclis Başkanlığı’na sunulan tekliflerden biri çocukların okullarda en azından bir öğün yemek yiyebilmesini öneriyor ve talep ediyordu. Türkiye İşçi Partisi (TİP) Milletvekili Sera Kadıgil, okullarda bir öğün ücretsiz yemek ve temiz su dağıtılması için verdiği kanun teklifi ile ilgili açıklamasında, "Ağır ekonomik kriz ve derinleşen yoksulluk nedeniyle çocuklar ne yeterli beslenebiliyor ne de okula gidebiliyor. Çocuklar ne sofrada ne okulda. Hem aç hem eğitimsiz” dedi.

Bu öneriye karşı çıkabilecek kimsenin olduğunu düşünmüyorum ama Meclis’te kabul edileceğini de asla sanmıyorum. Ancak, eğer mitingler düzenleyen üreticilerin bu zor koşullarda bile ürettikleri gıdaları çocuklara ulaştırmak için Meclis’in efendilerinden onay almayı beklemekten başka çare üretemiyorsak, işte o zaman kabahatin büyüğü bizde canım kardeşim…

SOL Parti’nin düzenlediği üretici mitingine katılan üreticinin ürettiği gıdayla yoksul çocuklarının okula götürdüğü boş beslenme çantalarını doldurabilirsek, TİP tarafından Meclis’e verilen teklif, büyük çoğunluğu varsıl (varlıklı) vekiller değil ama yoksul asiller tarafından kabul edilmiş demektir. Bunun yolunu tartışmak, dayanışma siyasetinde ortaklaşmak gerekiyor.