Savaş, önce gerçekleri öğrenmek için soru sorma hakkını öldürerek başlar işine. Toplumun susmasını, bakışlarını “Başkomutan”a yöneltmesini ve onun elinde tuttuğu bayrağın altına girerek, sadece bedenlerini değil, akıllarını da onun boyunduruğuna sokmasını bekler.

Karşı çıkanın “hain” damgasıyla sıyırabilirse şükredeceği “birlik ve beraberlik” çağrısı, gökyüzünü kaplar. Başkomutanın elindeki ışığın aydınlattığı yer dışında her yer kararır. Eylemin neden yapıldığı, yapılanın doğruluğu, yarardan çok zarar getirme riski, öyle değil de başka türlü yapma olanağının olup olmadığı gibi sorulara izin verilmez. Başkomutan ne diyorsa gerçek o olsun istenir. Başkomutan da “halkından” vurun derse vurmalarını, ölün derse ölmelerini, öldürün derse öldürmelerini talep eder.

“Bayrağın altında toplanma etkisi” olarak tanımlanır bu hal.

İnsanların, aralarındaki farklılıkları bir yana bırakarak, sanki tümü “tek bir görüş”e sahipmiş hissi yaşamalarına neden olan olaylar olduğuna inanılır. İlk kez yetmişli yıllarda tanımlanan bayrağın altında toplanma etkisi, özellikle ABD tarihi için ortaya atılmıştır. Kavramı öne süren Mueller, üç ölçüt belirlemiştir; olay uluslararası nitelikte olmalı, belli bir duruma odaklanmış, dramatik özellik taşımalı ve ABD olaya dahil olmuş olmalıdır. Japonların, ABD’ nin ikinci paylaşım savaşına girmelerini “başlatan” Pearl Harbour baskını geçmişten, 11 Eylül Saldırısı sonrası George W. Bush’un bir kaç gün önce %51 olan kamuoyu desteğinin saldırı sonrası % 90’a çıkması ise güncel örnekler olarak görülür.

Ancak, sanılanın aksine kendiliğinden ortaya çıkmaz. En kendiliğinden oluşmuş gibi görünenin de bile kurgu, çarpıtma ve propoganda vardır. Daha önemlisi “muktedirin” bu tür olayları, kendi arzusunu toplumun arzusu olarak yutturmak için “allahın lütfu” olarak istismar ettiği gösterilmiştir.
İstismar çabası istismar edeni “ip cambazı”na çevirir. Bayrağın altına çağırdıklarını, bir arada tutabilmek için hiç hata yapmaması dahası aldığından çok vermesi gerekir.

Onları bir ülkü etrafında birleştirmek ve birliği sürdürmek zorundadır. Birliği sürdürmenin yolu da toplananların ortaya çıkan sonuçların yararlarına olduğunu görmeleriyle mümkündür.

Bayrağın altına çağırırken hamaset yeterli olabilir ama sözler, marşlar vesaire bayrağın altında tutmaya yetmez. Çağrına uyup geldik peki bize ne vereceksin sorusuna yanıt verilemezse işler tersine dönebilir.

Misal, bayrağın altına korkutarak toplamışsa (vatan elden gidiyor!) ve bir süre sonra vatanının durumu yapılanlarla daha da kötüye giderse homurdanmalar başlar. Başkomutanın becerisi bir kere sorgulanmaya başladı mı, kendisini ona teslim edenlerde güvensizlik duyguları filizlenmeye başlar. Korkarak gelenler başkomutanın korkularını dindiremediği hissine kolayca kapılıverirler. Korku toplanma anından çok daha şiddetli hale gelip, dehşete dönüşürse, sen bizi koruyamıyorsun fısıltıları uğultuya evrilir.

Bayrağın altına daha da güçleneceğiz (fetih) umuduyla toplamışsa, gelenler ganimetten paylarını istemeye başlarlar. Hani daha güçlü, daha zengin, daha daha daha çok olacaktık demeye başlandı mı bir kere, kandırıldık galiba kuşkuları ekilmeye başlar zihinlere. Kuşku tohumlarından, meğer kendisi için yapıyormuş, bizi kullanmış, kandırmış düşünceleri filizlenir.

İçinde bulunduğumuz halin bu iki sonuçtan birine evrilmesi daha çok ölüm, yıkım ve yoksulluktan başka bir gelecek vaat etmiyor.

Bakalım ne olacak diye bir kenara çekilenler, ilk onları vuracak bu süreç. Yurtseverlik, bayrakla örtmeye çalıştıkları gerçekleri dile getirecek cesaret olarak da tanımlanabilir. Barış, hemen şimdi demek isteyenlerin altında toplanacakları barış bayraklarını ortaya çıkarmanın zamanı değil mi? Aralarındaki farklılıkları bir yana bırakarak, barış ülküsü altında toplanmaya çağırmanın…