Şehirde büyüyen bir çocuğun, birdenbire karşısında kanlı canlı bir dana görmesi nedir bilir misiniz?

Bayram

> ALEV KARADUMAN karadumanalev@gmail.com

Sonradan seküler ülke olmanın bir cilvesi de bayramları dini ve milli olarak ayırmakta gizliymiş meğer. Bizde böyle işte; milli var, dini var... Milliler tatil, diniler daha çok tatil. Ramazan tatil, kurban daha da tatil; sonundaki tekne kazıntısı dördüncü günü her zaman dokuz günlük tatile gebe... Ama tatilden de ziyade... Bayram en iyisi, hep en bekleneni olmada hep en zirvede...

Bayram deyince herkes çocukluktan dem vurarak başlar ya, hiç ters köşe ile filan uğraşmayıp ben de aynen öyle yapacağım. Küçükken eve durduk yere giren şekerden ya da kanlı kanlı etlerden, ya da yeni bir takım elbiseden yahut elbiselerden anlıyorduk bu işte bir hikmet olduğunu. Evin bir dolup bir boşalması, salına da salına cebinize giriveren bayram harçlıklarından pekiştiriyorduk bayramı sevmeyi, hep seveceğimizi... O zaman sorumluluklar küçük, ödülleri kocaman tabii. Arife gecesi cinsiyetinize göre ya baba ya anne yancısı olup, ya alışverişte ya da sarmada temizlikte geçen saatlerin sonunda mis gibi kokan evde sanki ertesi gün savaş varmış gibi bir erzak ve şeker stoğu ile bitirirsiniz geceyi. Lokumları çikolataları kaseleri dizme görevi vardır mesela, arada yersiniz avuç avuç, artistik şekillerle dizersiniz şekerlerinizi müstakbel konuklarınıza daha albenili göstermek için.

Sabahında sanki uyuduğunuz evden uyanmazsınız güne; bayramdır çünkü. Erkenden kalkmak zor gelmediği gibi, doğduğunuzdan beri gördüğünüz ev karşınızda daha bir ışıl ışıldır. Babalar döner bayram namazından, eğer söz konusu dini bayram Ramazansa büyük bir açgözlülük ve huşu içinde hazırlanır kahvaltı sofrası. Oturulur, bir ayın kahvaltısızlığının acısı çıkartılırken bir yandan da ‘Misafirler gelir şimdi, hadi çabuk yiyin de toplayalım’ telaşı vardır. Size kalsa üç gün kalacak sofra bir saatte toplanır böylece. Ha eğer ki bayramımız kurbansa... Namazdan sonra babalar erkekler kurbana giderler tabii. Ama eğer yeterince şanslı bir çocuksanız (burada sanırım şanslı kavramı değişken olmaya başlayacaktır), babalarınız sizi de kurbana götürür. Şehirde büyüyen bir çocuğun, birdenbire karşısında kanlı canlı bir dana görmesi nedir bilir misiniz? Bir dana da değil, danalar boğalar ve koçlar ve koyunlardan oluşan bir panayır. Onlarca adamın bir hayvanın boğazına yapışmasını görürsünüz, tekbirlerle kesilir hayvan. Adettendir diye de etraftaki küçük çocukların alınlarının ortasına bir damla kan çalınır. Bir yandan kesimler devam ederken, işkembeler çukurlardan cennet kokuları yaymaya devam ederken, ortalıkta koşturup oynayan Hintli çakması bir sürü çocuk.

Hatırlarsanız birkaç sene önce Danimarka’da bir zürafa krizi olmuştu; aslında hikayesi o kadar benzerdir ki bu görüntüye. Hayvanat bahçesi yetkilileri Fen Bilgisi dersi kapsamında, hayvanların doğadaki besin zincirini anlatmak için bir grup çocuğun önünde bir zürafayı öldürürler, kesip parçalara ayırırlar ve sonra da diğer kafeslerdeki aslanlara kaplanlara yedirirler. Dünya basınında büyük tepki alan bu performansa(!) karşı Danimarkalı eğitimciler hayatı doğayı çocuklara öğretiyoruz diye cevap verdiler, ‘bizim buraların eğititim sisteminde böyle hacı, beğenmeyen okumasın’ şeklinde savundular kendilerini. Dev kurban kesim alanlarında ya da evlerinin arka bahçesinde alınlarındaki damgayla koşturan çocukların hikayesi de aynen böyle belki de, biraz erken öğrendiler bazı şeyleri, sonra da hiç garip filan gelmedi... Orada işleri bittikten sonra evlere gelinir, o günün görüntüsü akıllarda hep etin bir tarafından annenin, diğerinden babanın tutup saatlerce kesme doğrama yaptığı kareden ibarettir. Paylar ayrıldıkça poşetlere konur, kolu komşuya dağıtmak üzere evlerin genelde en küçük çocukları göreve çağrılır. O küçük yaşta bir şey paylaşır o çocuklar, kazanmadığı bir şeyi de olsa birine verir, teşekkür alır, hürmet ve sevgi alır karşılığında. Apartmanların sessiz merdivenlerinde gidip gelirken tek başına, merdivenlerin üzerinde kan damlaları görür, onları takip etme oyunu bile oynar kurbanın hangi eve gittiğini merak ediyorsa mesela. Evde ise aynı kesme işlemi devam ediyorken sonunda korkulan olur. Anne ya da baba bir şeye yetişmek zorunda kaldığında kesme işleminde yalnız kalan ebeveyn birden bire ‘Tut şunun ucundan’ deyince, ‘Ay ben yapamam’lar ‘Ay ben dokunamam’lara karışır. Çelişkilerin en yamanının yaşandığı gündür o yüzden Kurban Bayramı. Keza birazdan kavurma kokuları geldiğinde, dokunmak da tutmak da tatmak da bir hayli kolay olacaktır.

Et faslı bittikten sonra sonunda normal bayram hali başlar, eller öpülür, harçlıklar alınır verilir, baklava, şeker koması, işte bildiğimiz şeyler... Derken tatil yüzünü okula işe döner, bayramın son günü gelip çatar. Bu son günün de özellikle ergenler için ayrı bir anlamı vardır; tatilde yeterince ailesiyle vakit geçirip görevini yerine getirmiş olmanın getirdiği güvenle son gününü arkadaşlarıyla geçirir ergen. Birlikte sinemaya cafeye gidilir, bayram harçlıkları bir güzel yenir.
Bütün bunlar olur, yıllar geçer hala anılarda işte böyle kalır. Çünkü çocuğa bayram gerekti ve belki ta en başında Tanrı’nın Jesus’ın; ateşin göğün Buda’nın insanlara bayramlar vaad etmesinin sebebi buydu. Barış Manço o yüzden ‘Bugün bayram!’ şarkısını yazmış; çocuklara hayatları boyunca unutamayacağı bayram sabahları armağan etmişti belki de...

Çocuğa bayram gerekti neticede... Tüm çocukların bayramı kutlu mutlu olsun öyleyse...