Önümde 55 yıl kadar önce çekilmiş bir fotoğraf. Elimde tahta bir bıçak süslenmiş bir kurbanlık koçun yanında aile büyükleriyleyim.

O zamanlar kurbanı mutlaka birkaç gün önceden alır, sırat köprüsünden geçerken bizi sırtlarında taşısınlar diye kesilecekleri güne kadar krallar gibi yaşatırdık. Sonrası malum!

Çok şey değişti o günlerden bugüne...

Şu 55 yıl önceki fotoğrafımı bulduğum eski albümlerinizden birini alıp bakın… Dikkat ederseniz, çocukluğunuzu geçirdiğiniz kasabada, bugün artık o yıllarda annenizin giyindiği gibi giyinilemediğini göreceksiniz. Eski albümlerde hayatlarımızın muhafazakâr bir hegemonyanın tahakkümüne girişi resmi geçit yapıyor…

Artık bayramlık yazılar yazmakta zorlansam da bayramları seviyorum… Bayram günlerinde bir başka oluyor ruh hali insanın. İçerideyken bile!

Bayramın ilk günü ne yazayım derken, içerideki arkadaşlarla sohbet edeyim dedim, en iyisi. Dört duvar arasında doğruyu söyledikleri için bedel ödetilen gazetecilerle… Hangi birinin adını sayayım.

Mamak’ta dayak biraz azalırdı bayram günleri ve biraz daha özenerek kendimize, görüş falan için de tabii, bir köşeye çekilip keyifli sohbetler ederdik. Umut öylesine diriydi ki içimizde, bir cuntanın cezaevindeyken bile, geleceğe dair rengarenk düşler kurardık.

Şimdi nasıl acaba içerisi? Gazeteci arkadaşlar, Selo Başkan, Kavala… Buradan gönderdiğim selamı alırlar mı?

Erol Zavar’ın içeriden gönderdiği göz nuru, usta işi boncuk tespih elimde… Sabır çekiyorum. Bir bayram günü, böyle, dışarıda ve uzaktan, daha güzel bir dünya düşü peşinde koşarken içeri düşenlerle sohbet etmeye çalışıyorum.

İnsanların kendileri gram çaba sarf etmeden doğuştan getirdikleri kimliklerle övünmesini, insanlara o kimlikler üzerinden sövülmesini bir türlü anlayamıyorum.

Yıllardır “Atina’dan bildirenStelyo Berberakis’i bilirsiniz… Gazeteci, Ege’nin iki yakasını en iyi bilenlerden.

Bayramlarda mutlaka tebrikleşiriz Stelyo ile. “Bu bayram ne kesiyorsun” diye takılmak için aradım arife günü.

Stelyo, İstanbul kökenli bir Rum ailenin doğma büyüme Ankaralı oğlu. Askerliğini burada yapmış bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. Ayasofya üzerine yazdığı bir yazıyı, bizim malum gazeteler “Yunan/Yunanlı gazeteci: Ayasofya’nın cami olarak açılması Yunanlıların kalbine saplanan bir ok…” diye haberleştirince epey dertlenmiş.

Stelyo hep Türkiye medyası için çalışan, T.C. vatandaşı, Türkiyeli bir gazeteci oldu. Hep. Bu yüzden Atina’da “Türk casusu” muamelesi görmüşlüğü de çoktur.

Parçalanma sürecine gazeteci olarak yerinde tanıklık ettiğim Yugoslavya’da, Yunanistan hep ve açıktan Sırpları destekledi. Bosna’da Boşnak, Sırp ve Hırvat bölgeleri oluşmuş ve Pale Bosna Sırplarının başkenti olmuştu. Başbakan Konstantin Mitsotakis, 1993’te, aralarında Stelyo’nun da olduğu bir grup Yunan gazeteciyle birlikte Pale’yi ziyaret etmişti. Zavallı Stelyo, Türk pasaportu taşıdığı için Sırplar tarafından saatlerce tutuldu ve çok fena hırpalandı. Mitsotakis ve diğer gazeteciler onu almadan gitmemekte ısrar etmeseler kim bilir başına daha neler gelirdi.

O günlerde Belgrad’da olan beni aramış ve “Sakın buralara gelme!” diye uyarmıştı.

Türk” diye başına gelmedik kalmayan Stelyo’ya kendi ülkesinde “Yunan” damgası vurulması ağır gelmiş. Pale’yi anımsayıp gülüştük!

Ne yazık ki bu hale geldi gazetecilik! İster çatışma bölgelerinde olsun ister bizim gibi memleketlerde, sadece gazeteci olduğunuzu kabul ettirmek zor artık. Ya dostsunuz birilerinin gözlerinde ya düşman! Ya dışarıda bin kez düşünüyorsunuz bir cümleyi yazarken ya da içeridesiniz yazdıklarınız yüzünden.

Geçer ama… Geçecek… Bayram olacak mutlaka!

bayram-sohbeti-763210-1.