Tam bayrama girmeye hazırlanırken, Suruç’tan ürkütücü bir haber geldi. Resmi ağızlar ve aynı ağızla konuşan medya için ne olup bittiği son derece net ve açıktı: PKK’lılar AKP milletvekilinin kardeşini öldürmüşlerdi!

Erdoğan’a göre; “Bu olay, PKK ve HDP’nin, Kürtlerin kanından beslenerek büyüme stratejilerini hâlâ terk edemediklerinin en bariz örneği”ydi. Başbakan; “Faillerin veya zanlıların PKK sempatizanı olduğu yönünde polisin kayıtları, tespitleri var”, İçişleri Bakanı Soylu da olay “Önceden kurgulanmış” ve “Saldırı hazırlıklı” diyordu.

Yerel kaynaklara ulaşmak, onlardan da bilgiler alarak olayı haberleştirmek medyanın çoktan terk ettiği özelliklerdi.

Zamanla farklı pencereler açıldı. AKP milletvekili adayının oy istemek için Şenyaşar ailesinin dükkânına geldiği, “Bizim oyumuz belli, buradan size oy çıkmaz” diye karşılandıkları, bunun üzerine tartışma yaşandığı ve olayların böyle başladığı bilgileri sızdı o pencerelerden.

Milletvekilinin koruması olan kardeşinin dükkân sahibi Celal Şenyaşar’a tokat attığı, buna dükkândakilerin karşılık verdiği ve yine koruma kardeşin Celal Şenyaşar’ı vurduğu şeklindeki ifadeleri bir yana bırakıyorum. Bu türden olaylar sonrasında taraflardan gerçeği perdeleyen çok hikâye duyabilirsiniz.

Ancak, Celal Şenyaşar’ın vurulup düştüğü, üç kardeşinin fazlaca ağır da olmayan yaralarla hastaneye kaldırıldığı, milletvekilinin yakınlarının hastaneyi bastığı ve yaralıların hastanede öldüğü/öldürüldüğü öyle bir tarafa bırakılacak iddialar değil.

Hastanenin güvenlik kameralarının kırıldığı; TTB’nin, hastanenin içinde de saldırıların devam ettiği ve ölümlerden ikisinin hastanede gerçekleştiği açıklaması “saldıran”ın kim “saldırılan”ın kim olduğunu en azından düşünmek gerektiğini ortaya koyuyor.

Bütün verilerin; seçimin AKP için çantada keklik olmadığını gösterdiği ve çantada kekliğe dönüşebilmesi yolunun HDP’nin baraj altında kalmasından geçtiğini gösterdiği, üstelik bunun İstanbul’da AKP mahalle temsilcileri toplantısında Erdoğan tarafından “Dışarıda söylenmeyecek” şekilde ifade edildiği bir durumda Suruç olayı çok daha büyük önem kazanıyor.

İlla planlı programlı provokasyonlar olması şart değil, yaratılan iklim en küçük bir kıvılcımın “markaja alınması gerekenHDP üzerinden yangınlar çıkarılmasına pek uygun. O yangın ortamı içerisinde PKK=HDP denklemini de kurarsanız, özellikle Batı’da HDP’li olmadığı halde barajı geçsin diye HDP’ye oy vermeye hazırlanan seçmeni durdurabilirsiniz!

Aslında, kampanya başladığından beri, diğer muhalefet partileriyle birlikte HDP de Batı illerinde taşlı sopalı saldırılara uğruyor, stantları hedef alınıyor, üyeleri, yöneticileri yaralanıyor.

Bayrama Suruç’ta yaşanan olayla, ölümler ve yaralanmalarla girmek başlı başına üzücü. Ancak, seçimlere 1 hafta kalmışken, bu olayın benzer başka olayları tetiklememesi, ortamı iyiden iyiye zehirlememesi için azami gayretin ve dikkatin gösterilmesi gerekiyor.

Hele de 2015 Haziran seçimi ile Kasım seçimi arasında yaşananlar hafızalarda taptazeyken!

Keşke bir bayram gününde bunları konuşmak zorunda kalmasak. İlla memleket meselelerini konuşacaksak, misal yoksulluğu konuşsak.

AKP’nin ideolojik arka planında “sadaka kültürü” olan ve ona yaslanarak oluşturduğu yardım ağlarıyla, yoksulluğu yok etmeyip sürdürülebilir bir yoksulluk içinde hayata bağladığı yoksulların desteğiyle iktidarda kalışını konuşsak.

Yoksulluk AKP’yle gelmedi tabi; hep vardı. Geçen gün bir arkadaşım hiç unutamadığı eski bir bayram anısını paylaştı bizimle: “Günlerden arife, öğleden sonra koşturarak eve gidiyorum. Önümde bir kadın, sırtında kocaman bir çocuk, çocuğun ayakları neredeyse yere değecek. Bir ayak dize kadar alçıda. Kadının gülerek söylediği; ‘Allah’tan ayağını kırdın da bu bayram beni ayakkabı masrafından kurtardın’ sözlerini yıllardır unutamadım.

Ne ölümleri, ne de ayakkabı masrafından kurtardığı için kırılan ayaklara şükredenleri konuştuğumuz, bayram gibi bayramların özlemiyle…