Bizim sinemamızın esas zayıf yanı, sinemayla hiç alakası olmayacak, yeteneksizlikten çatlayan insanların büyük sanatçı olarak tarihimizde karşımıza çıkmasıdır. Bu insanların esas sorunu senaryo falan değildi. Daha büyük bir sorun var. O da bu insanların bu toplumu nasıl gördüklerinde, bu toplumu anlatmak için gördüklerini nasıl yorumladıklarında kilitleniyordu.


Türkiye’de bilenler bilir, asıl sorun, senaryo değildir, asıl sorun senaristlerin ya da yönetmenlerin kara cahillikleri, bu cahilliklerini örtmek için kullandıkları şeylerdedir. Tuhaf bir biçimde bu insanların seyrettikleri filmleri ya da daha önemlisi okudukları romanları ya da yaptıkları filmleri anlatmalarına baktığımızda ne görüyoruz? Kara cahilliği örtmek için bilgiççe yaklaşımlar, onun ötesinde, esasında hiçbiri ciddi bir aydın değildir ve fikir ve tefekkür yoksulluğu içinde hayatlarını tamamlarlar.

Onun için bu bayram sabahında size diyeceğim şey net: Geçmişten sansürden dert yakınırlardı, bugünlerde paradan dert yakınıyorlar, onun ötesinde teknik ekipten şikâyet edenleri de vardır. Ama şikâyetlerinin hiçbirinin aslı astarı yoktur, esas dertleri, düşünsel dünyalarının ahlaki erdemlerinin yoksulluğu ve hayatı anlatmak için yeterince cesur/samimi olmamaları belirleyici olmaktadır.

Bu işin bir tarafı ama diğer tarafında, bu insanların esasında güdülmesi için, Türkiye’de zaten fikir hayatı da yoktu, bu insanlar büyük oranda ansiklopedi okurları gibidir, alim diye bildikleri insanların çoğu da bilgilerini ansiklopedilere borçludur. Fikir üretmek yerine, fikirler, bilgiler ve olgular havuzunda yüzmeyi seven insanlardır. Şaşırıyorum bu insanların yoksulluğuna, ben şaşırıyorum diğer insanlara da, yani onları dinlemeye gelen insanlara da şaşırıyorum.

Birisiyle art arda paneller, seminerler yapıyorduk. Aynı zamanda ben o kültür merkezinde, kendim de seminerler veriyordum, dinleyiciler gelip bana soruyordu, sen onun gibi düşünmüyorsun değil mi? Niye bir şey demiyorsun? Yanıtım basitti, ben fikirlerimi derslerimde kitaplarımda anlatıyorum, onları alıp okuyor musun ya da benim sınıfımdaki derslerime niye gelmiyorsun? Buraya o ünlü akılsız ve oynak adamın adı için gelmedin mi?

Türkiye böyledir, bu yalnız yönetmenler için de böyle değildir. Mesela, bizim Nobel kuklası adamın hakkında bir konferans vardı, davet ettiler gittim, adamın romanını okumaya çalıştım, hayatımda pek az kitabı okumak için kendimi bu kadar zorlamışımdır. Ama gitmiyordu, çünkü anlatılanlar esas yapısı itibarı ile yalan ve süslü bir kokonanın yazdığı şeylere benziyordu. Fikirlerimi anlattım, salon şaşırdı kaldı, onlara bazı şeyleri anlatmaya çalıştım, salondan çıktığımda, en az yirmi genç bana teşekkür etmek için gelmişti yanıma, hiçbiri romanı bitiremediğini söylüyordu, o etkinlikte çalışıyorlardı ama romanın iler tutar yanı yoktu. Sonra hakkımda bir gazetede tuhaf şeyler yazdılar, değini şeklinde. Ama o sefil sahte ve rezil roman yüzbinden fazla satmıştı. Budur Türkiye’nin ahvali. Bayramlar barışma zamanıdır derler, küsler barışır, yeni dostluklara dönüşür falan filan. İyi de sevgili dostlar, bunca yalan ve küfür sağanağı altında hangi dostluk kurulabilir, hangi değerler, erdemler, ilkeler yaşatılabilir.
Unutulmaz ve acı şu dizeleri düşünün:

Siz evet siz!

Hiç bilebilir misiniz?

Niçin bunca alay ve küfür sağanağı altında,

Dingin bir tepsiye koyup da ruhumu

Gelecek yüzyılların şölenine sunduğumu?

Bu ülkede ruhsuz insanların, erdemsiz insanların ve akıl tutulması yaşayan liderlerin öncülüğünde, toprağımız bereketsizleştiriliyor. Acı olan bu. Bu ülkede sevda türkülerinin, destanlarının acıya kesmesi de bunun ispatı değil mi?