Seçilmişlerin iktidarı, seçimle gelmiş hükümet; yani, demokrasi: Egemen söylem, bu.

Seçilmişlerin iktidarı, seçimle gelmiş hükümet; yani, demokrasi: Egemen söylem, bu.

Her şeyden önce, dört yılda bir oy kullanmak, rejimi demokratik yapmaya ne kadar yeter? Ancak, henüz bu soruyu sorma noktasında bile değiliz; zira, seçimlerde yaptığımız, kendi vekillerimizi/temsilcilerimizi seçmek değil, parti liderinin seçtiklerini onaylamak. Bu durumda, vekiller ve vekil adayları açısından her şey liderin gözüne hoş görünmek/girmek için; tabiî bu yolda da onu en olmadık yerde alkışlamak, en olmadık çıkışı yapmak; ki, seçimler yaklaştıkça bu türden zavallılıkların her arttığını göreceğiz ve bu rejime hiç utanmadan demokrasi, hatta ‘ileri demokrasi’ diyecekler.

‘İnsanların kendi cellatlarını seçebilmesi eğer demokrasiyse, tamam, bu da demokrasi’ formülü bile halihazırdaki rejime fazladan iltifat olur. Zira, %10 barajı yüzünden seçmenlerin %60’ı temsilcisiz kalabiliyor; seçmenlerin sadece dörtte birinin oyuyla Meclis’in üçte ikisi  kapatılıp mutlak çoğunluk elde edilebiliyor, sonra da bu çoğunluğun kendi patronlarının emirleri doğrultusunda yapıp ettiklerine ‘millî irade’ denilebiliyor.

Mesele sadece %10 barajı da değil: İzmir, İstanbul veya Balıkesir’de ancak 100 bini aşkın oyla milletvekili olunabiliyorken, bu sayı Bayburt veya Hakkari’de 20-25 bin civarına iniyor; yani, bir Bayburtlu 4-5 İstanbulluya bedel.

Statüko beslemelerinden terör uzmanı yandaş bir akademisyen, daha geçen gün referandumdaki %58’lik ‘evet’lerden ‘büyük bir çoğunluk’ diye bahsediyordu, bu oranın toplam seçmenin %45’i bile olmadığını ve özellikle bu oylamada oy kullanmamanın doğrudan doğruya siyasal bir tavır alışa (boykot) tekabül ettiğni es geçerek. Ancak, AKP ve yandaşlarının esas üzerini örttükleri husus, anayasa değişikliğinde referanduma gidilmesinin, Meclis’te üçte iki çoğunluğa, yani oyların %67’sine ulaşılamamış olunmasından kaynaklandığı, dolayısıyla referandumdaki meşruluk alt sınırının da yine %67 olması gerektiğidir.

Öylesine bir ülkede yaşıyoruzdur ki, bir başbakan, dönemin muhalefet liderine “ben sana sen demiyorum” diyebiliyor ve hemen hemen hiç kimse bu cümledeki mantıkî/ahlakî tutarsızlık karşısında ya hiç mi hiç farkına varmadığından ya da başbakandan korkup çekindiğinden sesini çıkartıp da tavır alamamaktadır. Bu haliyle Türkiye, Caligula Konsül ilan etti diye, korkularından bütün senatörlerin imparatorun atı önünde selama durduğu Eski Roma’yı andırmaktadır.

Günümüz Türkiye’si, aynı zamanda “terör en güçlü ve azgın dönemini yaşıyor; eskiden teroristler dağda, ellerinde silah adam öldürürlerdi; şimdi, tabelalara Kürtçe isim yazıyorlar” lafının da hiç utanmadan ve de o eski ‘güzel günler’e büyük bir hasretle yazılıp söylenebildiği bir ülkedir. Bu aynı zamanda, Türkiye’nin en acil sorunlarından birinin, mevcut Terörle Mücadele Kanunu’nun bir an önce kaldırılması olduğunun da bir göstergesidir: Eline silah almamış bir sürü insan, sırf yazıp söylediklerinden dolayı onlarca, hatta bazen 100 yılı aşan hapis istemleriyle yıllar boyu tutuklu yargılanıp yargısız infaza tabi tutulmaktadır. Ama mevcut iktidarın tercihi de tam tamına budur: Özellikle CKM tipi operasyonlarla sivil siyasetin önü tıkanıp, insanlar ya kendi yandaşı haline gelsin, ya da silahlı siyaset cephesine doğrudan katılsın ve silahlı siyaset bu şekilde varlığını sürdürüp ağırlığını korurken, AKP de bu durumu bahane edip ‘sözleşmeli er’, ‘sınır koruma birlikleri’ türü formüllerle kendi ‘özel ordu’sunu kurabilsin. Tabiî, bunlar gerçekleşip etkili hale gelene kadar, ve bir de seçimler yaklaşmışken, AKP’nin bulduğu formül ise, bir yandan Hizbullah’ın zaten kendisine yakın olan tabanının desteğini sağlamak üzere, diğer yandan da kendisine hiçbir zaman oy vermeyecek bilinçli kitleleri sindirip pasifize etsinler diye örgütün en eli kanlı ve ürkütücü teroristlerini serbest bırakıp Güney Doğu’ya salıvermek olmuştur.

Değil yeni bir anayasa, en ufak bir anayasa değişikliği bile gerekmeksizin, basit yasa değişiklikleriyle partilerdeki lider sultasını geriletip daha adil bir temsili sağlamak mümkün iken buna yanaşmayıp “illaki yeni bir anayasa, o da seçimlerden sonra” diyen bir iktidar ne kadar gayri samimî ise, mevcut sistem çerçevesinde oluşacak bir meclisin anayasa yapmaya kalkması da o kadar gayri meşru bir girişim olacaktır.