İroni çift taraflı bir bıçaktır; ancak gücünü de etkisini de göze aldığı riske borçludur. Risk hep şuradadır; sözün ironik içeriğinin ıskalanması, ironiyi kuran kişinin kastettiğinin tam tersini söylediği zannıyla tersine dönebilir.

Bebek yahnisi zor sindirilir

BELİZ GÜÇBİLMEZ

Tiyatro teorisinin de kullandığı ama genelde kurmacalara özgü bir hüner olarak tarif edilmiş oldukça işlek bir “dramatik ironi” tanımı vardır. Özetle şunu kastediyor; izleyicinin ya da okurun, karakterden daha çok bilmesi. Hikâyenin içinde sürüklenen karaktere nasip olmayıp hikâyeye dışardan bakanlara bahşedilmiş bu bilgi, temel bir ilkeden besleniyor gibi. Temel ilke, dışardan bakanın “daha iyi göreceği” varsayımı üzerine kurulu. Diyelim ki; çocukların babaları hakkında bir önceki gece yaptıkları konuşmalara, yıkıcı eleştirilerine tanık edilmiş seyirci, ertesi gün babanın eli kolu hediyelerle dolu eve gelişini izlediği babadan fazlasını bilir ve çocukların hediyeye ne tepki vereceği konusunda hakkında ne konuşulduğunu bilmeyen babaya oranla daha fazla tahmin seçeneğine sahiptir. Romeo ilacın etkisinden kurtulup uyandığında, Juliet’i öylece yatarken görünce Juliet’in öldüğünü zanneder; oysa seyirci Romeo oralarda yokken gördükleri sayesinde onun aslında ölmediğini bilir. Bu anlaşılabileceği gibi hem merak duygusunu tetikler, -“eyvah, ne olacak şimdi?”- hem de karakterlerin bulunmadıkları yerlerdeki gelişmelerin yalnızca bizim tanıklığımıza açılması sayesinde hep büyük resmi gören konumunda olduğu düşünülür. Hikâyenin bütün katmanlarıyla kavranması, her bir karaktere oranla daha fazlasını bilmekle mümkün olur. Bu yağ gibi işleyen düzenek; kurmacanın, kendini okuruna/izleyicisine takip ettirmesini, onu bilgisiyle kurmacanın her bir tekil karakterinin üzerine çıkartarak üstün hissettirmesini sağlayan stratejisidir. Hayatın içinden geçerken hiçbir şeyi bu berraklıkla göremeyen “seyirci”, şimdi karşısındaki kompaktlığa bakarken Sfenks’in bilmecesini bilerek Thebai’yi beladan kurtaran akıllı Oidipus’tan bile daha kavrayışlı olma duygusuyla bakar sahneye. Bütün bunların ardındaki tasarımcı akıl - yazar aklı- kendini geri çekerek görünmez kılmış, hâkimiyeti seyirciye bırakmıştır. Her şey, “o” anlasın diyedir. Bu sayede okura, kurmacanın karşısında pırıl pırıl bir berraklığın yegâne okuyucusu olma pozisyonu bahşedilir. Okur, içinde yaşadığı, kendini çevreleyen gerçekliğe bu berraklıktan bakamayışını unutmuş gibidir. Ya da bu cümleyi kurmacanın bize ne sağladığını göstermek için bir kez daha kurarsak; gerçekliği ya da hayatı bu biçimde “yükseltilmiş”, muhkem bir pozisyondan izleyemediğinden orada kendine irrasyonel gibi görünen her şey, aklının öngörüyü yapmaya yaramadığını, demek ki ıskartaya çıkartıldığını düşündürecektir. Bu gözden düşmüş akla, şimdi kurmaca karşısında hakkı verilmektedir. Ranciere’in Kurmacanın Kıyıları’nı açarken söz ettiği budur; “Kurmacayı olağan deneyimden ayıran şey, gerçekliğin eksik değil rasyonelliğin fazla oluşudur.” (s.10) *

'BİLMEDEN' SORMAK

Esasen öncelikli olarak retorik alanında ortaya çıkmış Sokratik ironi de bir rol, seyirci ve bilgi üçgeni üzerine kuruludur. Sokrates hep “bilmeyen” rolünde, çevresinde baştan beri tartışmayı izleyen ve Sokrates’in “oyunculuğunun” farkında bir seyirci kitlesi, bir de Sokrates’in kendine seçtiği bir kurban vardır. “Sahiden bilmediğim için soruyorum” vurgusuyla ama hep kurbanını adım adım köşeye sıkıştırmak için dizdiği bilinçli soruları sonunda, kurban, izleyicilerin heyecanla takip ettiği raundun sonunda köşeye sıkıştığını, baştan beri Sokrates’in kendini getirmek istediği yere, adım adım itildiğini görür. İroninin kurbanıdır. Bu üçlü tartışma modelinde -ironiyi kuran, ironinin kurbanı ve ironinin tadını çıkartarak eğlenecek seyirci- retorik ironinin dramatik ironiye nasıl bu denli yakıştığını da göstermektedir. İroni hep biraz tribüne oynar. Tanığa ihtiyacı vardır. Kendini destekleyen, yanında olanlar, “şaka”nın, “oyun”un tadını çıkaranlar olduğu gibi, ona öfke duyanlar da vardır. Sokrates “sahiden bilmediğim için soruyorum” dediğinde, onu tanıyanlar -bağlamın farkında olanlar- onun söylediğinin tersine “bildiğini” bilir. Bu nedenle söz ironisi, “bir şey söyleyip, tam tersini kastetmek” diye tarif edilir. Bu noktada ironinin zorlayıcı, yıkıcı yanı da başlar. Söz bir bakıma güvenilmezdir. İki ayrı hedefe iki farklı mesaj verir. Sözün yüzeysel anlamı ironinin kurbanı olacak kişiye gider, altta yatan kasıt seyirciye ulaşır. Takip edemeyen, bağlamı kaçıran, pozisyonu nedeniyle “anlam”la arasına set çekilen “üstüne gülünerek” daha çok komediye özgü yöntemlerle cezalandırılır. Girişte üzerinde durulan okuru/seyirciyi üstün kılan dramatik ironinin ürettiği stratejik berraklık, şimdi yerini çok anlamlılığa, kafa karışıklığına, kendini yetersiz hissetmekten kaynaklanan bir öfkeye dönüşmeye eğilimlidir.

ÇİFT TARAFLI BIÇAK

Bu nedenle olacak, ironinin yarattığı etkinin kendiliğinden bir yıkıcılığı vardır. Çift taraflı bir bıçaktır; ancak gücünü de etkisini de göze aldığı riske borçludur. Risk hep şuradadır; sözün ironik içeriğinin ıskalanması, ironiyi kuran kişinin kastettiğinin tam tersini söylediği zannıyla tersine dönebilir. İroninin kurbanı bizzat ironiyi yapan kişidir artık. Savaş karşıtı bir pozisyondan üretilmiş ironik söz, söz sahibinin savaş taraftarı olduğu bilgisini üretmiştir. Düşman başına!
Jonathan Swift’in: “İrlanda’daki yoksul çocuklarının ailelerine ya da ülkelerine yük olmasını engellemek ve onları topluma yararlı hale getirmek için” geliştirdiği “Alçakgönüllü Önerisi”ni hatırlayalım. En temel ihtiyaçları bile karşılanamayacak, sokaklarda dilenerek ya da hırsızlık ederek İrlanda toplumunu “rahatsız edecek” çocuklar için önerisi, onları yılbaşı hindisi gibi besiye çekip yemek olacaktır. “İyi beslenmiş, sağlıklı bir bebeğin bir yaşına geldiğinde, ister buğulama olarak hazırlansın, ister kızartılsın, ister fırında pişirilsin, isterse haşlansın, çok lezzetli, besleyici, doyurucu bir yemek oluşturabileceğini söyledi; ben şahsen, yahnisinin ya da kavurmasının da aynı derecede lezzetli olacağından kuşku duymuyorum.” (s.120)**

Sindirmek zor değil mi? Nasıl sert!

Yoksullukla mücadele politikalarını eleştirmek üzere kaleme alınmış etkisini ve unutulmazlığını sertliğinden alacak metin, toplumda “infial” yaratmış, ortada bir şaka falan olmadığı halde, Jonathan Swift “her şeyin şakası olmaz”cıların hışımlarına maruz kalmış, nihayet savcılığın devreye girmesiyle yazar hakkında çıkarılan tutuklama kararıyla kamuoyu vicdanı rahatlatılmıştır.

Belki de böyle olmamıştır.

En iyisi, açıp bir bakalım.