Bebeğin temel ihtiyaçlarının başında güvenilir bir ortamda yaşamak geliyor. Güvenilirlik, herşeyin beklendiği gibi gitmesi ile sağlanır. Bebeğin biyoritmine göre bir düzen oluşturmak, bebeğin beklentilerine uyumu kolaylaştırır. Anne ya da babanın bebeğin ihtiyaçlarına yetip yetmeyeceklerini sorgulayan yaklaşımları doğruyu arayıp bulmalarına yardımcı olabilir. Bu sorgulamanın ayarını kaçırmak ise pek kolaydır. Negatif ruh durumu, en ufak bir aksiliği kendi yetersizliğimizin ya da talihsizliğimizin bir işareti olarak yorumlamamızı kolaylaştırır.

Doğum sonrasındaki ilk yıl içinde annelerin ruh durumu mesele kaldıramaz halde olabilir. Annelerin üçte biri ‘negatif’ duygulara kolayca kapılıp hemen morali bozulurken, her 10 yeni anneden biri tedavi gerektirecek düzeyde depresyon belirtileri gösterir. Her iki durumda da annenin tahammülü düşük, kaygısı ve korkusu yüksektir. Babaların bebek ve çocuk bakımında aktif yer alması ölçüsünde annenin ruh durumunun daha ‘pozitif’leştiğini, anne depresif kalsa bile bebeğin gelişiminin bu durumdan daha az etkilendiğini görüyoruz.

Çocukluktan başlayarak yetersizlik hisleri içinde takdire hasret büyümüş yetişkinler, anne-baba olduklarında bebeklerinin hayata ayak uydurmaya çalışırkenki (genellikle doğal sınırlar içindeki) zorlanmalarını ve sarsılmalarını kendi yetersizliklerinin bir başka tezahürü olarak algılarlar. Kendi hayatımızı dilediğimizce kontrol edememiş olsak da, hiç olmazsa bebeğimizin hayatını ve davranışlarını kontrol edebileceğimize inandıran bir ‘ideoloji’ ile büyümüş olduğumuzdan mıdır nedir, bebeğin özellikle davranışlarında ortaya çıkan meseleleri kabul etmek zor gelir. Depresyonda olmasa bile annenin karamsarlaşma, çaresiz hissetme ve korkma olasılığı yüksektir.

Uyku ya da beslenmeyi düşünün. Küçük çocuk ailelerine uyku ve yemek lafını açtığınızda, konu kapanmak bilmez. Çocuğu uyutamayan ya da yediremeyen anne-babalar, bu ‘işlemleri’ yapmak için reçete tavsiyeler ister. Bütün tavsiye arayışlarında olduğu gibi ‘garantili’ gözükmeyen önerileri denemek bile zor gelir. O tavsiye senin, bu uzman benim derken yıllar gelir geçer. Uyku ya da yemek sorunları bu sefer yerini ödevlere ya da söz dinlememe/söz geçirememeye bırakır.

Çocuğun özelliklerini kendimizinkine uydurmaya çalışmak problem doğurabilir. Biz misafirlikte uzun oturmak istiyorsak ya da televizyonda çocuğa uymayacak bir programı seyretmek istiyorsak, çocuk bu duruma ayak uyduramayıp sorun çıkardığında o sorunu nasıl çözeriz? Kendi önceliğimizden vazgeçmek yerine “çocuk şimdiden alışsın, özgüvenli olsun” gibi yuvarlak laflar ile yetinebiliriz. “Sorun yok, normaldir” diyerek önemli gelişim sorunlarını kaçırırken, ‘büyük sorun’ adı altında gelişimin normal dalgalanmalarını klinik mesele olarak görmemenin yolu, bebeğe kulak vermekten ve bebeği tanımaya çalışmaktan geçer. Annenin ve babanın yoldaşlığı bu yoldaki ilk adımdır.