Son derece gerilimli bir politik-aksiyon filmi olan Beckett’da, Yunanistan’da sol politikalara karşı çıkışlarıyla gündeme gelen ultra-milliyetçi örgütlerin zulmünü, Afro-Amerikalı bir karakterle birlikte izliyoruz.

Beckett olmak ya da olmamak!

Dünya ne çektiyse ABD’nin komünizm korkusundan çekti. 2. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra, Marshall Planı’yla yürürlüğe konulan yeni kapitalist sistem ne pahasına olursa olsun korunmalıydı.

Sonuçta 20’nci yüzyılın ikinci yarısı Kore Savaşı’yla, Vietnam Savaşı’yla, pek çok ülkede CIA destekli darbelerle anılan bir tarihsel dönem oldu. Ama ABD’nin dünyaya asıl kötülüğü, bu askeri ve politik operasyonları düzenlerken, girdiği ülkelerdeki en faşist, en dinci kesimleri destekleyip yükseltmesi oldu. NATO’nun kurulmasının hemen ardından İtalya, Yunanistan ve Türkiye’de olası bir sosyalist halk hareketlenmesinde devreye girecek kontrgerilla teşkilatlarını oluşturdu. Bu organizasyonların ultra-milliyetçi ve dinci ekipleri CIA’in isteği ve yardımıyla çok sayıda kanlı olaya yol açarken, kimi zaman da ‘yarı-özerk’ cinayetler işlediler. Böylece, 6-7 Eylül Olayları’ndan, Çorum, Maraş ve Sivas katliamlarından, askeri darbelerden oluşan bir tarihe ve daima sağcı iktidarlara sahip olduk.


Tabii Akdeniz ülkelerindeki faşist paramiliter yapılanma ABD için yeterli değildi. Sovyetler’in Afganistan’ı işgali sırasında ABD’nin mücahitlere yaptığı devasa yardımın sonuçları bugün Taliban adıyla karşımızda duruyor. Yani dünya ne çektiyse ABD’nin komünizm korkusundan çekti, çekmeye devam ediyor.

Netflix’te gösterime giren Beckett (2021) adlı İtalyan filmi de bu konuyu anlatıyor. Son derece gerilimli bir politik-aksiyon filmi olan Beckett’da, Yunanistan’da sol politikalara karşı çıkışlarıyla gündeme gelen ultra-milliyetçi örgütlerin zulmünü, Afro-Amerikalı bir karakterle birlikte izliyoruz.

DÜNYA BUNDAN ÇEKİYOR

Tam da sol bir politikacının küçük yeğeninin şantaj için kaçırıldığı günlerde Yunanistan’da tatil yapan Beckett ve sevgilisi bir trafik kazası geçirir, genç kadın ölür. Beckett kaza sırasında çarptıkları evde, kaçırılan çocuğu görmüştür. Bunu söylediği polisler Beckett’ı öldürmeye çalışır. Beckett katiller peşindeyken Atina’daki büyükelçiliğe ulaşmaya çalışır. Aktivist gençlerin yardımıyla bunu başarır, ama ABD’nin Yunan faşistleriyle çok farklı bir ilişkisi olduğunu fark eder. Dünya ne çekiyorsa işte bundan çekiyor…

Hem filmin hem de karakterin adı olan Beckett’ın çok özel bir seçim olduğu belli; film tıpkı Samuel Beckett’ın en ünlü oyunu Godot’yu Beklerken’deki gibi bekleyişlerle ilerliyor. Beckett Yunan polisinden hukuksal uygulamalar bekliyor, büyükelçilikten yardım bekliyor, hiçbiri gelmiyor. ABD’nin desteklediği Yunan faşistleriyle ilgili bir öyküde neden Afro-Amerikalı bir karakterin seçildiği de belli tabii: Ezilenlerin kaderi birdir, kurtuluşa ancak birbirlerine tutunarak ulaşabilirler.

Dünyada dengeler değişiyor, ülkelerin isimleri değişiyor, iktidarlar değişiyor ama ezenle ezilenin, sömürenle sömürülenin, zalimle mazlumun diyalektik dengesi asla değişmiyor. Beckett’ın senaryosunu Yunanistan’dan alıp Türkiye’ye uyarlayın, o diyalektik dengenin nasıl belirginleştiğini bir kez daha göreceksiniz.