Yaşar Seyman’ın Zine’si, kadından gelen, kadına söylenen bir balad, bir şarkı, bir mektup. Kuşkusuz hüzünlü ama bir o kadar da umutlu ve sevda dolu. Coşkuyla biriktirilmiş ve saklanmış anılar, izlenimler, tanıdığı insanlar, tanığı olduğu olaylar şimdi onun belleğinin arka odalarından çıkıyor, kâğıda düşüyor.

Behice Boran'dan Yaşar Seyman'a öykü kadınları

ÇİĞDEM ÜLKER

Farsçanın ve Arapçanın ortak sözcüğüdür Zine; Anadolu’ya göçüp bu toprağın kadınlarına ad olurken, kâh ziynet (zinet) kavramındaki mücevher anlamını taşır kâh zinde kavramındaki hayat anlamını. Her dilin alfabesinin son ünsüzü olan ‘Z’ sesini, dille diş arasından sonsuzca çıkarabilmemiz ise hem hayata hem mücevhere yakışmış ve elbette kadın adı olmaya en uygun sözcük olmuş. Türk edebiyatı bu temaya ‘Kadının Adı Yok’ diye başlamış olsa da Zine; Yaşar Seyman’ın anı-öykülerindeki onlarca kadına ortak ad olmuş ve gelmiş bu kitabın kapağında kendine yer bulmuş.

Bütün satırları kadınlara adanmış Zine’nin öykülerini ilgiyle okudum. Bazıları çok yakından, evimizin içinden, bazıları uzak coğrafyalardan. Kimi başında yazması, kimi sırtında astraganı, kimi ihanetin kırmızı şalına sarılı, kiminin elinde kitabı ama her kadın kendi adının sahibi. Belki de bu yüzdendir, öyküler de o kadınların adını taşır. ‘Fadime’, ‘Feride’, ‘Ayşe’, ‘Gülbahar’, ‘Behice’ sonra; ‘Kutup Yıldızı Kadınlar’, ‘Kekik Kokan Nineler’, ‘Sırtları Güneşe Dönük’, ‘Ruhları Yaralı Kadınlar’ ve yazarın görüş ufkunu genişletmiş sembol kadınlar.

Yaşar Seyman kalemini üçlü bir sacayağının harlı ateşinde ısıtan bir yazar. Sacayağının biri sendikacılığı, biri siyasetçiliği ve üçüncüsü ise kadın hakları aktivistliğine adanmış yılları. Bu üç uğraş da başkasına ses, haksızlığa çığlık, haksıza engel olan alanlar. Yaşar Seyman üçü de birbirinden zorlu bu mücadele meydanlarından geçerken belli ki kalemini hep cebinde taşımış. Sendikacı Seyman haksızlığı görmüş, siyasetçi Seyman çözüm aramış, kadın hakları aktivisti Seyman dünya kadınları tanımış ve yazar Seyman “ömür yoldaşım” diyerek başlamış söze; Zine kitabının ilk öyküsünü, ömür yoldaşı kalemine adamış. “Onlar ellerinde kalemleri az olanlardır ama onlar kalemi doğru olana inananlardır” diyerek okurunu selamlamış.

‘YA KALEMİ OLMAYANLAR’

Birinci ağızdan anlatılan bu anı-öykülerde, anlatıcı da gözümüzün içine dimdik bakar, anlatılan kadınlar da. Bazıları hâlâ kurtlarla koşar ama çoğu unutmuştur koşmayı. Kitaba adını veren Zine öyküdeki dilsiz kadındır, lâldır, konuşamaz, ağzından ses, dilinden söz çıkmaz. Adı bir ironi gibi Zine/hayat olsa da acının ve ölümün yoldaşıdır, çığlığını içine haykırır, utanır, üzülür ama direnir; başkalarına yardım etmeye çalışarak hayata katılır. Konuşamaz ama dinler, söyleyemez ama alfabeyi öğrenir. Bu yüzdendir; Zine aslında öykülerdeki bütün kadınların ortak adıdır.

Afganistanlı Şerbet’i anlatırken “Ben iyi bir hikâye anlatıcısıyım” diyen yazar, bir derin hafızadır. Her sözün ve her nesnenin yarattığı çağrışımlarla dinleyicisini peşine takar, Sim dağının ardındaki şehirden gelen kadının sesiyle ‘umutkondu semti’nde durur, Gülperçem’in dövmesinde anlam bulur: “Çektim ayağıma şalvarımı, adımımı nereye atacağımı bildim” diyen ve dağlardan kekik toplayıp satan Nine’nin öyküsünde soluklanır. Mademki duydukları ve dinledikleri aklında bir dövme gibi durmaktadır o da alır kalemi.

‘HAYAT GEÇİCİDİR DÖVMELER KALICI...’

Dövme, aslında bir kadın süsü, bir kadın imgesi, kadının sessizliğinin içinden gelip sizinle konuşması değil midir? Kadının değil sözü; yürüyüşünün, gülüşünün, en küçük bedensel deviniminin bile göz altına alındığı coğrafyalarda dövme ne denli güçlü bir varlık işaretidir. Asla silinmeyecek bir resmi ya da geometrik bir şekli derinin altına kazımaktır. Var olmak, görünür olmak ihtiyacının en güçlü dışa vurumudur. Yaşar Seyman dövmeyi Ugandalı sendikacı kadın İrma üzerinden anlatırken kadrajına Gülperçem girer. Sevdiğinin adını iki göğsünün arasına kazdıran, inatçı, sevdalı bir Gülperçem. Nazlı ve yumuşak adına karşın o, korkunç bir öfkenin kadınıdır. Kimliksizliğine ve yok sayılmasına duyduğu öfkeyle yaşar. Peki; ‘öfke’ ne demektir?

“Gülperçem’in öfkesinden öyle ürktüm ki yıllar içinde kendi saman alevi öfkemi terbiye etmeye özen gösterdim. Ondaki öfkeyi sevmedim. Oysa öfkeyi severdim. İnsana dinamizm kazandırdığını düşünürdüm” der Seyman; aynı şeyi diğer öykülerde de yapacak, öyküdeki temanın kendi zihnindeki izdüşümünü de yazacaktır. Şükretmek, isyan, yaşama tutunmak, dünyayı değiştirmek, kendini gerçekleştirmek sorguladığı ve kendi bilincindeki karşılığını aradığı kavramlardır.

Seyman; dinlediği kadınların hikâyelerine olduğu kadar kendi gerçeğine de dikkatle bakmaktadır. Kapağında anı-öykü yazan Zine; yaman bir iç hesaplaşmadır ve kendi kalbinin üstüne kazıttığı dövmeyi ifşa etmenin tam zamanıdır. ‘Justitia vitrim regina’ (adalet erdemlerin kraliçesidir.) Doğrudur, pek çok filozof için adalet; en başta duran ilk erdemdir ve edebiyatın da önde gelen temasıdır.

Edebiyatın ve zamanın okşayan, köşeleri yumuşatan gücü, bedene dövme yapılırken duyulan can acısını, “inat da bir murat” diyen gözükara Gülperçem’in hışmını, yakın tarihin acılarını sisli bir dille anlatır sonra araya edebiyat girer, acıları unutmaya davet eder. Okulu olmayan, elektiriği zaten hiç gelmeyen köylerde, ne zaman doğduğu bilinmeyen ama daha 12 yaşındayken yaşlı bir adamla evlendirilen Gülbahar’ın acısı, derdini Ren nehrine ve Kuzey denizine anlatan yaşlı bir kadının gözyaşına karışır, belki fonda bir ‘Sarı Gelin’ ezgisi duyulur. Hayat, edebiyata karışır, anılar artık okurun malı olur. Anlatılanlar, yarın edebiyat sosyolojisi yapacak bilim insanlarına kanıt ve belge olur.

Öyküye dönüşmüş bütün bu anılar, belli ki yazarın kişisel tarihinde dönüm noktaları, farkındalık eşikleridir. Onları yazınsal birer anlatıya dönüştürürken bir yandan da otobiyografik ögelere yer verir, kendi kutup yıldızlarına, rol modellerine selamlar gönderir. Martin Luther King’ten Rosa Luxemburg’a, Maria Montessori’den Simone de Beavoir’e uzanan bir portreler galerisi önümüzde açılır.

Kitabın son sayfaları Behice Boran’a ayrılmıştır; Boran’ı parti başkanı, bilim insanı, siyasetçi, aktivist olarak saygıyla betimler. Behice Boran’ı türküleri çok iyi yorumlayan kızkardeşi Mihri’ye şiirler gönderen duygulu bir kadın olarak da sevgiyle selamlar.

Yaşar Seyman’ın Zine’si, kadından gelen, kadına söylenen bir balad, bir şarkı, bir mektup. Kuşkusuz hüzünlü ama bir o kadar da umutlu ve sevda dolu.

Coşkuyla biriktirilmiş ve saklanmış anılar, izlenimler, tanıdığı insanlar, tanığı olduğu olaylar şimdi onun belleğinin arka odalarından çıkıyor, kâğıda düşüyor.

Orada, hem Yaşar Seyman adlı hassas bir ruh var; hem bir yazarın kurgusu, hem bir siyasetçinin insan algısı ve bir aktivistin coşkulu sesi.

Her şeyi yeni bir algıyla yeniden düşündüğümüz bu değişim çağında edebiyatın en eski efendisi öykü; kurmacanın sınırlarını yazarın yaşamıyla yeniden çiziyor. Zine’nin sayfalarında bir hayatı okuyoruz öykü lezzetinde.