Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

“Beka” gibi, gündelik dilde pek yeri olmayan naftalin kokulu bir sözcüğü seçim stratejilerinin merkezine oturtarak ülke gündemine sokmayı başardılar! Önce Devlet Bahçeli diline doladı bunu. Üstelik “bekâ” diye yanlış seslendirerek… Seçim öncesinde AKP oylarının düşüşe geçtiği belli olunca, Tayyip Erdoğan da can havliyle sarıldı bu sözcüğe! Derken, iktidar blokunun ve havuz medyasının kutsal sloganı oluverdi […]

“Beka” gibi, gündelik dilde pek yeri olmayan naftalin kokulu bir sözcüğü seçim stratejilerinin merkezine oturtarak ülke gündemine sokmayı başardılar!

Önce Devlet Bahçeli diline doladı bunu. Üstelik “bekâ” diye yanlış seslendirerek…

Seçim öncesinde AKP oylarının düşüşe geçtiği belli olunca, Tayyip Erdoğan da can havliyle sarıldı bu sözcüğe!

Derken, iktidar blokunun ve havuz medyasının kutsal sloganı oluverdi birden! Seçim süreci boyunca “beka” ile yatıp kalktı AKP ve MHP sözcüleri!

Oysa sokaktaki insan, ne anlama geldiğini bilmiyordu bu sözcüğün. “Beka”yı buzdolabı markası sananlar bile vardı!

Sözlükler, “ölümsüzlük, ölmezlik, kalıcılık” diye açıklıyor “beka”nın anlamını. “Devletin bekası” sözü ise ülkenin varlığının ve birliğinin korunması anlamına geliyor.

Türkiye’nin gerçekten böyle bir sorunu mu var?

Yıllar yılı bu ülkenin askeri gücüyle övünüp yedi düvele meydan okuyanların, seçim sürecinde birdenbire ağız değiştirerek “bekamız tehlikede” korkusu yaymaya çalışmalarına kimse inanmadı. Seçim sonuçları da bunu gösterdi zaten.

Biliyorsunuz, “baki” sözcüğü de “beka”dan gelir. Ne demişti ozan:

“Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş.”

Sizden geriye o bile kalmayacak!

***

“Mahşeri vicdan” olur mu?

Gazetemizin 3 Nisan 2019 tarihli sayısında, “Sonucun değiştirilmesi kriz yaratır” başlıklı ve Rıfat Kırcı imzalı bir haber okudum. O haberin içinde şöyle bir tümce vardı:

“Bu oylardan AKP’ye oy çıkartmak yargı kararıyla mümkün olsa bile eski tabiriyle mahşeri vicdanı kanatır.”

Tümce, tırnak içinde ve Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu’nun ağzından aktarılmış…

Ersin Hoca’ya büyük haksızlık doğrusu!

Türkçede “mahşeri vicdan” diye bir deyim yoktur. Sözün doğrusu “maşeri vicdan”dır. Anlamı ise “Tüm toplum kesimlerinin benimsediği ortak değerler”dir. Kısaca “toplumsal vicdan” ya da “kamu vicdanı” diyebiliriz. “Mâşer” ise Arapça “kamu, toplum, topluluk” demektir…

“Mahşer”e gelince, İslam inancında, “kıyamet günü dirilecek olanların toplanacakları yer” anlamına geliyor. Sözcüğün mecazi anlamı ise “büyük ve gürültülü kalabalık” diye tanımlanıyor.

Bir de AKP’li politikacıların medet umdukları ve seçim sürecinde çok kullandıkları “rûz-i mahşer” vardır ki, o da “mahşer günü, kıyamet günü” anlamına gelmektedir…

Genç gazetecilerin bu kavramları bilmemesi doğaldır. Politikacılar ve bilim insanları çağdaş Türkçeyle konuşmaya özen gösterdikleri ölçüde böylesi yanlış kullanımlar da azalacaktır.

***

HAFTANIN NOTU

Halk TV’de haberci kıyımı

Halk TV, kendi halinde yayın yapan etkisiz bir televizyon kanalıyken, “merkez medya”nın iktidar borazanlığına dönüşmesi sürecinde, özverili çalışanlarının çabasıyla en çok izlenen kanallar arasına girdi.

Peki, sonra ne oldu? Halk TV’yi bugünlere getiren başarılı ekipten Lale Özan Arslan, Semra Topçu, Rahmi Aygün, Barış Yarkadaş, Atakan Gültekin ve Gökhan Demirel’in işine son verildi! Hem de tam seçim gecesinin ertesinde! Kanal yönetimi, çalışanlarına adeta “1 Nisan şakası” yapmıştı! Gerekçe, “ekran yüzlerini gençleştirmek”miş! Oysa dünyada en beğenilen ekran yüzleri, işlerini ciddiyetle yapan kıdemli yayıncılardır. Kaldı ki böyle bir karar alınsa bile, deneyimli habercileri kapı önüne koymak yerine editör masasında değerlendirmek gerekirdi.

Kanala altı yıldır gönüllü olarak katkı veren Uğur Dündar, meslektaşlarına yapılan bu haksızlığı protesto ederek Halk TV’den ayrıldı. Örnek bir dayanışmaydı. Aynı davranışı sevgili Ayşenur Arslan’dan da beklerdim doğrusu. Kovulanların yerini hiç duraksamadan alanlara ise sözüm yok! Onları, vicdanlarıyla baş başa bırakıyorum.