Siyasal alanın topluma anlamlı şeyler söyleyemediği bir durumla karşı karşıyayız. Üstelik tıkanan sadece iktidar değil; başta CHP olmak üzere muhalefet de benzer bir çıkmaz yaşıyor. Bugünün çok yönlü sorunları karşısında, geçmişin birikimi çıkışı göstermek için bir kaynak olmaktan çıkarken, ipotek altına alınmış geleceği tahayyül etmek de imkânsız hale geliyor. Elimizde mevcut ve mevcudun derin sorunları var.

Aslında azımsanmayacak bir süredir bugüne yönelik yaşıyoruz! Bir maddiyatçılık oyunu olarak neo-liberalizmin, her şeyi bugüne yönelik getirisi üzerinden değerlediğini biliyoruz. Yakın dönemde uzun bir zaman diliminde sağlanan birikimler (yeterince) karlı olmadığı için tahrip edilirken (Atatürk Havalimanı, Numune Hastanesi en son örnekler), yerlerine en büyük havalimanları, şehir hastaneleri, rezidanslar kaşla göz arasında inşa edildi. Artık hepimiz biliyoruz ki, bu süreçte tahrip edilen, sadece geçmişin birikimi değil. Dışarıda büyük borçlanma, içeride seçmece şirketlere verilen muazzam garantiler, aynı zamanda geleceği de gözden çıkarmış bulunuyor.

Yakın zamana kadar neo-liberalizmin maddiyatçılığı ve şimdi üzerindeki vurgusunun yarattığı zaaflar, rezonansa girdiği muhafazakâr/dinci projenin geçmişe yönelik referanslarıyla ikame edildi. Diğer bir anlatımla muhafazakâr-dinci geçmiş vurgusu ile neo-liberalizmin şimdiciliği bir araya gelip, gayet mahir bir biçimde neredeyse son yirmi yıla damgasını vurdu!

Geçmişte AKP iktidarı, ne zaman güncelin krizi derinleşse, geçmişe dönüp bazı sorunları ya da hassasiyetleri harekete geçirmeyi başardı. Kürt sorunu konusundaki 180 derecelik manevra bu durumun yakın zamandaki çarpıcı örneğiydi. Ancak bu stratejinin artık işlemediğini Ayasofya manevrasında gördük. Hemen ardından gelen doğalgaz müjdesi biraz da o şaşkınlığın bir sonucuydu! Uluslararası sularda manevra yapmanın içerideki kadar kolay olmadığı da ortada! Kısaca ifade etmek gerekirse AKP iktidarı, geçmişi harekete geçiremediği ve gelecek kredilerinin tükendiği bir ortamda, devasa sorunların altında ezilmiş bir görüntü veriyor.

Ancak Türkiye siyasetini dramatik hale getiren asıl mesele muhalefetin de iktidara benzer bir durumda olması! Ağırlaşan sorunlar karşısında muhalefet tarafında da tahayyüllerin tıkandığını, geleceğe yönelik inandırıcı bir projeye işaret edilemediğini görüyoruz. CHP açısından bu tıkanmanın geçtiğimiz dönemde izlenen stratejilerden kaynaklandığını belirtelim.

AKP öncülüğünde muhafazakârlık, neo-liberalizmle ortaklık kurup rezonansa girdiğinde CHP stratejisi, neo-liberalizme meydan okumadan AKP’nin yerine geçmeyi hedefledi. Uzun süre, inşaat sektöründen ekmek yiyenler geniş bir kesim olduğu için inşaat ve rant ekonomisine ses çıkarılmadı, büyük ölçekli projeler halk arasında popüler olduğu için susuldu, borçlanma stratejisine uluslararası finans çevrelerini ürkütmemek için göz yumuldu. Benzer biçimde muhafazakâr halk kesimlerini küstürmemek adına, muhafazakârlığa yönelik eleştiriden de kaçınıldı.

Bu taşı çatlatan sabırlı strateji, büyük ölçüde AKP kadrolarının yıpranmasına bel bağlamıştı. Kabul edelim ki geldiğimiz noktada o yıpranma büyük ölçüde gerçekleşti. Ancak mesele şu ki o bekleyiş sırasında sadece bir oyuncu olarak AKP yıpranmadı. Yıpranan, başta oyunun kendisi olmak üzere 7’den 70’e her şey! Dahası başta CHP olmak üzere, muhalefetin kendisi.

CHP açısından bugüne ve geleceğe yönelik bir iktidar projesinin harekete geçireceği en önemli kaynak, Cumhuriyet projesidir. Son günlerde o kaynağın başında bir tartışma oluyor. “Atatürk mü, Mustafa Kemal mi” halini alan tartışma, aktörleri ve niyetleri açısından değerlendirilebilir. Ancak daha önemli mesele, böylesi bir tartışmaya zeminin nasıl hazırlandığıdır.

O zemin geçtiğimiz dönemde neo-liberalizm ve muhafazakârlık karşısında kararlı bir tutum takınılmadığı için ortaya çıktı. Daha kötüsü o zemin üzerinde siyaset, bir imkânsızlık haline gelmiş olabilir!

Yanılmayı umuyorum.