Godot’yu Beklerken, “Barbarları Beklerken”... Baharı beklerken de var ama, sanırım baharı bekleme hali başka bir hal. O ‘ben seni kimseler beklemezken bekledimdi’ duygusuyla beklenen bir şey. Hatta baharı beklerken değil, bahara yürürken, bahara koşarken eylemleri daha uygun bu ‘bekleyiş’e.

Bekleyiş

HAYDAR ERGÜLEN haydaree@yahoo.com

Beklemek. Beklemek. Beklemek... Yazı baştan sona yalnızca bu sözcükle yazılabilirmiş gibi. O zaman yazı olur mu? Olmaz. Beklemek olur. Hatta artık Türkçeye yasal biçimde de kazandırılmış olan ‘bekleme yapmak’ çiftefiilindeki gibi de olur. Bekleme yapmak, trafikte araçlar için kullanılıyor, fakat fiil o kadar doğru ki, insanın bu ayrımcılığa itiraz edesi geliyor: Niye, biz niye bekleme yapmıyoruz?

Sabah erken işe, okula gidiyorsanız, yürüyor, taşıtlara biniyor, caddelerden meydanlardan geçiyorsanız, aslında ne tuhaf, gittiğinizi, koştuğunuzu değil, tam tersine beklediğinizi, bekleme yaptığınızı görürsünüz. Dar alanda kısa paslaşmalar gibi. Ve ne tuhaf, dünyaya beklemek için gelmişsiniz gibi.

Dünya bir bekleme yeri gibi. Sanki buradan başka ve asıl gideceğimiz yere gideceğiz de, şimdilik, geçici olarak burada, bu bir terminal duygusu veren dünya adlı arabölgede bekliyormuşuz gibi. Ya sabır ya tevekkül. Buradan gideceğimiz muhakkak da, benim demem o değil. Dünyanın altında ve üstünde, bazen uyur bazen uyanık halde bekleme yapmamız. Yediuyurlar da sayılabiliriz 100 yıl sonra uyanmak üzere uykuya ya da başka bir boyuta geçen.

Şimdi dünya denizlerinde insanlar bekliyor, köhne, çürük, belki de bu yazıyı yazarken çoktan bir batık olacak olan teknelerde. Bekliyor. Herkes başkasını bekliyor. Birbirimizi bekliyoruz. Ama gelmeyeceğimizi biliyoruz. Biliyor. Bile bile bekliyoruz. Bildiğimiz tek şey belki de beklemek. Hepimiz birbirimizin beklediğini biliyoruz. Hepimiz beklemedeyiz.

Godot’yu Beklerken, “Barbarları Beklerken”... Baharı beklerken de var ama, sanırım baharı bekleme hali başka bir hal. O ‘ben seni kimseler beklemezken bekledimdi’ duygusuyla beklenen bir şey. Hatta baharı beklerken değil, bahara yürürken, bahara koşarken eylemleri daha uygun bu ‘bekleyiş’e. Galiba artık beklemek de ‘beyhude’ şeylerden. Belki de hiçbir şeyin olmayacağını, hiç kimsenin gelmeyeceğini bilerek beklemek daha iyi. İyi ama o da beklemek sayılmaz ki! Eskiden diyelim. Bu da iyilik yerine geçsin. İyi olan şeyler beklenirdi, iyilik beklenirdi, iyi olacak diye beklenirdi. Çoktur her şeyde bir ‘distopya’ duygusu. Hiçbir şey iyi olmayacak, beklenen iyilikler gelmeyecek duygusu.

Belki yalnızca güneşi beklerken bir ışık yanabilir insanların gözlerinde. Sokak hayvanları ve sokak insanları, yoksullar, Suriyeliler için doğuyordur belki de bugünlerde güneş. Onların ıslak gözlerini, ıslak gönüllerini ısıtmak için. Ama güneş de onların bekleyişine son veremez. Taşların, kaldırımların üstünde, çerçevesinden yeni indirilmiş bir aile tablosu gibi bekliyorlar çünkü. Biz işimize giderken bekliyorlar, biz evimize dönerken bekliyorlar. Bizi mi bekliyorlar, bilmiyorum, belki görünüşte. Keşke bizi bekleselerdi, bazen acıyarak bazen onları buralara düşürenleri, savaşı kışkırtanları ‘hayırla yad ederek’ avuçlarına sıkıştırdığımız bozuk paraları bekleselerdi. Hayır, hiçbir şeyi beklemiyor onlar da. Ne dünün geri gelmesini bekliyorlar ne de yarın diye bir gün olacak bekleyişlerinin sonu.

Oysa herkesin gözü gelecektedir diye düşünürdük. Hepimiz yarını düşünürüz, yarın bizim gizli ya da açık umudumuzdur, onsuz olmaz, yarınsız olmaz. Şimdi yarını beklememek, yarın diye bir şeyin yokluğu, beklemeyi de ‘beyhude’ kılıyor. Yarın duygusu oysa beklemenin ne güzel bir eylem olduğunu gösterir, yarını beklemek insanda vicdan, adalet, merhamet duygularını sürekli kılabilir, sıcak tutabilir ve aşk da, yarın varsa, vardır. Çünkü yarın beklemenin diğer adıdır. Çünkü düşlerimiz biraz da yarında saklıdır.

Bir sirkte gibiyiz. Yarın başka bir yere gideceğiz buradan ama yine o çadırın içinde geçecek ömrümüz. Gösterimizi o çadırda yapacağız. Bizi izlemeye o çadıra gelecekler. Ve biz hep gösteri sıramızın gelmesini bekleyeceğiz. Sonra barbarları beklemeyeceğiz. Niye bekleyelim, barbarlar biziz. Birbirimizin barbarıyız.

Yürüyoruz, koşuyoruz, yetişiyoruz, öne geçiyoruz ama bir yere gittiğimiz filan yok aslında. Burada, orada, sessizlik içinde bekliyoruz. Birileri kendinin nöbetinde olduğu hülyasıyla avunuyor, birileri ‘ilerleyelim beyler’ diyor, biri iki yalnız bir bekleyişe değer tesellisinde. Her şey dar alanda. Sözler de öyle. Bir Edip Cansever şiiri gibi de denilebilir, taşrada bir Turgut Uyar şiiri gibi de. Turgut ‘amca’yı ve Edip ‘bey’i anınca, arkadaşları da sökün eder. Biz de Cemal Süreya’nın “Kim istemez mutlu olmayı/ama mutsuzluğa da var mısın?” sorusunu “kim istemez umutlu olmayı/ ama umutsuzluğa da var mısın?” sorusuna çevirelim. Ve Can Yücel gibi “umutsuzluktur şairin işi” diyelim.