Asırlar öncesiydi. Ecdatları 2. Mahmut 1826’da Hacı Bektaşi Veli dergahına el koymuştu. Bektaşi dergâhı aklın ve bilimin eğitimini savunuyordu. Vahiy temelli medrese eğitimine yer verilmiyor. Çünkü Alevilik yol takipçilerine, sultanların parmak işaretlerine, şeyhülislamların ayak izlerini takip ederek, medreselere değil, “ilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır“ diyen Hacı Bektaşi Veli’nin ışık tuttuğu aklın aydınlık yolundan gidiyorlardı. Egemenliği gökyüzünden yeryüzüne ve insanın aklına ve kalbine indirmişlerdi.

O nedenle dergâhı işgal ettiler, İslamcı cemaate teslim edip, medreseye ve camiye çevirdiler. Sonra Hacı Bektaşi Veli dergâhını parayla girilen müzeye ve bedava girilen camiye çevirdiler.


Alevilik-Bektaşilik, Anadolu’nun Rönesansı’dır. Aydınlanma felsefesidir. Hacı Bektaşi Veli dergâhı Alevi toplumunun Serçeşme’sidir. İnsan ve doğa hakları ve sevgisinin öğretildiği “Hak Mektebi”dir. İnançlarını ve muhabbetlerini yaşattıkları merkezdir. Kutsal sayılan bu mekan işgal altındadır. Alevi-Bektaşi-Kızılbaş öğretisinin kaynağıdır. Bu kaynağı kurutmak istiyorlar.

O nedenle medrese eğitimine karşı aklın eğitimi savunulmuştur. Bu inancın öğretisi ve felsefesi incelendiğinde, barışın, sevginin, toplumsal eşitliğin, farklı kimliklerin eşit koşul ve haklarla bir arada yaşamasının öğütleri üzerine kurulmuştur. Kadın erkek eşitliğinden, egemenliğin insana verilmesinden, cennet ve cehennemi yeryüzünde olduğuna inanan bir “gör inancıdır.”
20 Eylül 2017’de ise Bektaşi dergâhına kepçeyle dayandılar. Şimdi dergâhta “değişiklik” adı altında, yeniden müdahale hazırlıklarının başladığını, Hünkar Hacı Bektaş Veli Derneği kamuoyuna duyurdu.

Devlet “çocuk bakım yeri ve lavabo yapacağız” diyerek, dergâhın asırlık tarihi, kültürel dokusunu bozmaya kararlı gibi görünüyor. Bu sadece bir doku bozulması değil, Alevilerin kutsalı sayılan ve kimliklerine ait tarihi izlerin yok edilmesi anlamına da geliyor.

Yetmiş iki milletin tarihine, kültürüne, kutsalına saygılı olan Aleviler, kendi kutsallarına ve tarihlerine yönelik bu saldırıları, toplumsal barışın kurulmamasından yana olanların işi olduğunu iyi biliyor.

Alevilerin kutsalına dokunmak, inanç özgürlüğüne aykırıdır. Hak ihlalidir. “Dünya Kültürel Ve Doğal Mirasın Korunması Sözleşmesi’nin ihlalidir.

Dergaha “değişiklik” müdahalesi, Alevi toplumunun kültürel ve tarihsel miras bütünlüğü parçalamak ve bozmaktır. Bu müdahale, 1826 yılından beri bu dergâha yönelik süren sinsi asimilasyon ve kültürel kıyımın devamıdır. Hedeflenen “değişiklik” ile dergâhın içine, 1834’te 2. Mahmut döneminde zorla yapılan camiye, şimdi bir de abdesthane yapılmak isteniyormuş.

Fakat farklı kimliklerin etnik ve dinsel don biçme konusunda mahir olan devlet aklı dergahın iadesinin Alevi kimliğinin tanınması anlamına geleceğini bildikleri için, Alevi toplumuna yönelik inkâr, asimilasyon ve dışlama politikasında ısrarlılar.

Oysa insan hakları ve inanç özgürlüğü hukuku, dergâhın Alevi toplumuna teslim edilmesini zorunlu kılar. Devlet elini HBV dergâhında çekmelidir ve asli sahipleri olan Alevilere teslim etmelidir. Çünkü asırlardır devletçe gasp edilmiş, bu dergâh Alevi-Bektaşilerin “Hakk Üniversitesi”dir. Bilimin, aklın ve kalbin yolundan gidecek nesiller için bu “Hakk Mektebi”nin açılması zorunludur.

Alevi katli fetvasını onurlandırmak
Alevilere ait olan her şeyi, Sünnileştirmek istiyorlar. Alevilerin geçtiği sokaklara, “kızılbaşların katli vaciptir” fetvası veren Şeyhülislamın adı veriyorlar.

Her köşede Alevi nefreti diri tutuluyor. Nefret tohumları “kamu gücü” ile ekiliyor. Samsun’da İlkadım ilçesinde bir caddedeki sokağa “Ebu Suud Efendi Sokak” ismi verildi. Aleviler her gün bu sokakta geçerken, nenelerinin ve dedelerinin katline fetva vermiş bir şeyhülislamın adıyla karşılaşıyor. Bu bir nefret, ayrımcılık ve bölücülük suçudur.

Yılmaz Tuluk isimli bir Alevi yurttaşı ise, toplumsal barış ihtiyacına çözüm bulması gerekenlerin, bölücü bir ismin sokağa verilmesine itiraz etti. Bu ismin kaldırılması talebini, Samsun Büyükşehir Belediye Meclisi’ne iletti. Talep reddedildi. Sonra Samsun Bölge İdare Mahkemesi’ne dava açıldı. Son olarak da, Danıştay kararı “oyçokluğu ile” onadı ve “Kızılbaşların öldürülmeleri helaldir” diyen, şeyhülislam ödüllendirildi.

Oysa çağdaş dünyada, bölücü isimler kamuya ait mekânlara verilmez. Toplumsal barışı yok eden, ayrımcılığa, nefrete ve bölücülüğe yol açması engellenir. Bizde ise “gurur” duyulan “kahramanlar” listesine girmektedir.

Ebussuud Kanuni Sultan Süleyman döneminde, “Kızılbaşların topluca öldürülmeleri elbette dinimize göre helaldir. Bu, en büyük, en kutsal savaştır…” diye fetva vererek, Alevilerin katledilmesini “dinen helal” gören ve 29 yıl görevde kalan şeyhülislamdır.

Ebussuud ismi sokağa, Yavuz Sultan Selim ismi köprüye verilerek, bu topraklarda demokrasi kültürü yeşermez, toplumsal hassasiyetler kaşınarak toplumsal barış sağlanmaz.

Katillerin isimleri kamusal alanda değil, ancak mahkeme tutanakları ve tarih kitaplarında layık olduğu şekilde yer almalıdır.