Belirsizlikle baş etme kapasitesi düşük insanlar, bu belirsizlikten bir an önce çıkmaya ve bu yüzden de yaşamı daha indirgemeci bir şekilde yaşamaya meylederler. Tekdüzeliğin vermiş olduğu sıkıcılık hayatın tam ortasına bağdaş kuruverir. Biçim veremediğimiz şeylerin biçimini almamızı sağlar

Belirsizliğe övgü

Tuğçe Isıyel - Psikolojik Danışman / Psikoterapist tugceisiyel@gmail.com

Referenduma 1 hafta kala olmuştu olanlar, gelmişti gelenler.

Ülkenin belirsizliğine bağlı olarak ortaya çıkan anksiyetemi dünyanın acıklı sonuna dair teoriler üreten belgesellerle bastırmaya çalıştım. Eriyen kutuplar, nesli tükenen hayvanlar, kuraklık vs..

Bu belgeseller sayesinde anksiyetemi yerellikten evrensele çevirdim, nasıl rahatladım anlatamam. Ne de olsa çivi çiviyi sökerdi. Sonra da hızımı alamadım arka arkaya birkaç tane de uzay belgeseli patlattım. Uzaydan bakınca referandum da, depresyon da, anksiyete de baya saçma bir hal alıyor. Ufalıyor da ufalıyor. Küçücük olduğumuzu duyumsuyorum. Ve bu his öyle iyi geliyor ki…

Bu duygu bir belgesellerde, bir de haritalara bakınca gelip yerleşiyor içime. Sakinleşiyorum o vakit. Haritalarda yer alan ülkelerde gezindiğimi düşününce de ufacık olduğumuzun idrakine varıyorum. Ufacık dediysem, içi dolu turşucuk tabii.. Dışı dünyayı içi bizi yakıyor.

Referandum diyordum.

Derken pazar akşamı geldi çattı, olanlar oldu, susanlar sustu, çalanlar çaldı.

“Tuğçe günaydın, referandum yazısını daha şimdi mi yazıyorsun” diyeceksiniz ama mesele o değil. Yeteri kadar yazıldı çizildi zaten. Mesele belirsizliğe katlanabilme becerimiz.

İnsan olduğumuzdan mütevellit her koşulda belirsizlikle baş edebilme kapasitemizi geliştirmeliyiz. Varoluş, belirsizlikler ve çelişkiler yumağı… Ama özellikle bu ülkenin evlatları olarak akıl sağlığımızı korumak için belirsizliğe dayanabilme kapasitemizin epey gelişmiş bir düzeyde olması gerekiyor sanki. Depremle yaşamayı nasıl öğrenmemiz gerekiyorsa belirsizlikle de yaşamayı dahası belirsizliğin sağlayacağı avantajlardan yararlanmayı öğrenmeliyiz. Belirsizliğin avantajları nasıl olabilir?

Önce biraz “belirsizlik” kelimesini belirleyelim istiyorum. Belirsizliğin bana çağrıştırdıkları üzerinden ilerleyeceğim. Bunlar bilinmezlik, kontrol edememe duygusu, kaygı, tekinsizlik, risk almak, rahatsızlık, konforlu alanın dışına çıkma, güvensizlik vs…

İnsanı yaşam serüveninde büyük ölçüde rahatlatan şeylerden biri belli başlı şeyleri kontrol altında tutabilmesidir. Tehlikenin nereden geliyor olduğunu anlaması ve buna önlem alabilmesidir. Belirsizlik, işte bu kontrol edebilirliğimizin dış faktörler sebebiyle ketlenmesidir. Bunun sonucunda da kaygı ve anksiyete dediğimiz durumlar kaçınılmaz olur.

Rollo May, “Psikoterapist ve Mitlere Yolculuk” kitabında arafta kalmaktan bahseder.

Ben bu “arafta kalma” halini “belirsizlik” olarak okuyup değerlediriyorum.

Şöyle ki; “ ‘Cehennem’ sonsuz bir acı ve işkenceden ibarettir, fakat tüm bu acı ve işkenceye katlanan ruhlarda herhangi bir değişikliğe neden olmaz ve dışarıdan dayatılır. Fakat ‘Araf’ taki acı geçicidir, bir tür temizlenmedir ve ruhun kendi iradesiyle gönüllü bir şekilde yüzleşilir. Kutsal ‘Cennet’ e ulaşmak için her ikisinden de geçmek gereklidir. Bu üç aşamanın eşzamanlı olduğunu düşünüyorum; insan deneyiminin tüm veçhelerinin bir arada olduğu bir varoluş hali. “

Rollo May’in “Kutsal cennet” derken kişinin kendisiyle ve çevresiyle doyumlu ve barışık bir ilişki kurmasını anlayabiliriz. Ve evet buna ulaşmanın yolu Rollo May’e göre “araf”tan geçiyor. Yani belirsizliklerden.

Belirsizlik, devingen bir şeydir. Kişiyi diri tutar, tetikte olmamızı sağlar, rehaveti önler. Bu süreç eğer iyi değerlendirilebilirse ruhsal olarak kıymetli bir esneme, genişleme alanı sağlar. Bu genişlikte durabilme, kendimize dair daha fazla duyguyla temas kurmamıza ve kendimizi daha derinden kavramamıza, tanımamıza olanak tanır. Var olan belirsizlikle kalabilme, yaratıcılığa, spontanlığa kucak açar.

Belirsizlikle baş etme kapasitesi düşük insanlar, bu belirsizlikten bir an önce çıkmaya ve bu yüzden de yaşamı daha indirgemeci bir şekilde yaşamaya meylederler. Seçenekleri sınırlıdır. Risk almak ve bilinmeyenin deneyiminden yoksun kalmayı tercih ederler. Bilinmeyenle hemhal olmanın sağlayacağı zenginliklerden mahrum kalırlar. Böylesi bir hayat çoraklaşmaya ve rutinin sancısını çekmeye mahkûm bir hale gelir. Tekdüzeliğin vermiş olduğu sıkıcılık hayatın tam ortasına bağdaş kuruverir. Biçim veremediğimiz şeylerin biçimini almamızı sağlar. Daha sonra o biçim, içinden çıkamadığımız bir yazgı haline gelebilir. Bu sayede varoluşumuza sürekli çelme takar da dururuz. Tökezleriz. Güç kaybederiz.

Doğada, uzayda ise belirsizliğin türlü hallerini görürüz. “Türlü halleri” diyorum ama doğanın tam da belirsizlik üzerine kurulmuş olduğunu söylemeliyim aslında. O belgesellere gömüldüğümdeki sakinleşmemi buna bağlıyorum. Doğanın dev belirsizliğinde kendi yaşamsal belirsizliğimin kaybolabilmesine. O belirsizlikte ne acayip sırlar, zenginlikler var. O uzay boşluğunda ne kutsal dengeler var.

Bu uzay bizim kendi ruhsallığımızda da var. Boşuna demedim “ufacık tefecik, içi dolu turşucuk” olduğumuzu.

Kendi ruhsal evrenimizle yaşanan o belirsizlikler, uçsuz bucaksız bir varoluş alanı aslında. Bunun dışına çıkmak ise kıyıya vurmak gibi, neredeyse ölümle eş değer.

Belirsizliklere daha fazla kucak açıp, oraya teslim olabilme ve varoluşsal zenginliğimizin, içgörümüzün artması temennisiyle…