Şüphesiz şehirleri belleksiz düşünmek olanaksızdır. Zira şehirle ilgili tüm öyküler doğrudan ya da dolaylı olarak bir bellekle ilişkilidir. İster Sosyolojide adına küçük gruplar denilen ailelerin isterse büyük grupların deneyimleri olsun her biri bir referansını şehrin mekânsal ve toplumsal yapısından alır. Bu yüzden belleksiz şehir yoktur ya da şehir bellektir diyebiliriz.

Ne var ki şehirlerin bellekleri de tıpkı bilgisayarların belleği gibi bir “temizlik” muamelesine maruz kalmıştır. Bellek temizleme bu anlamda sadece teknolojik değil, sosyolojik bir olguya da gönderme yapar. Örneğin sistemin yazılı kayıtlarından arzu edilmeyen ne varsa silmek, ilgili literatürden çıkarmak, ondan bahsetmeyi yasaklayan düzenlemeler yapmak, yok saymak, ilgili arşivleri yangınlara kurban etmek gibi türlü aracın ahenkli kullanımıyla pek çok bilgi ve olgu birkaç kuşak sonra görünür olmaktan çıkabilir.

Şehir belleklerine en sert müdahale modern zamanlarda yaşanmıştır. Modernleşme deneyimini yaşamış hemen tüm ülkelerde geleneksel dokunun yerine mekânsal-toplumsal nitelikleriyle yeni şehirlerin inşası öngörülmüştür. Haussmann’in Paris’i yıkıp yeniden yapma deneyimi değişik ölçülerde başka ülkelerde de yaşanmıştır. Geleneksel şehir yapısını tasfiye etme girişimi giderek geleneksel kültürü de hedef almış; şehirlerin tarihsel imgeleri ile birlikte mekan isimleri de birer birer görünmez hale getirilmiştir.

Modern siyasetin bu süreçte başvurduğu anahtar uygulama planlamadır. Bir tür aydınlanmanın çocuğu sayılan planlama ile ulus devletler, ulusal kimliğin işlevlerine uygun şehirlerin inşasını esas almışlardır. Bu politikanın sonucu olarak ulusun bayrağı, güvenlik birimleri, bankaları, eğitim ve sağlık kurumları ve kuruculara ait anıtsal yapıların merkezde konumlandığı ve farklı ülkelerde olsa bile genellikle birbirine benzeyen şehir örnekleri ortaya çıkmıştır. Bu yeni ve geleneğe yabancı şehirler giderek kendi yerel öykülerine ve dinamiklerine de de yabancılaşan bir gelişim seyri izlemiştir. Ulusal kimliğin hâkimiyeti ile uyumlu olmayan yerel deneyimler ya ihmal edilmiş ya da aynı yaklaşımla bellek dışı tutulmuşlardır. Bu yüzden bugün bile dünyanın pek çok kentinde hâkim kimliğin yerele göre çok daha baskın olduğunu görebiliriz. Hele ki bir tür sıfırdan yeni kurulan modern şehirler adeta yerel kimlik ve kültürden muaf gibidir.

Türk modernleşmesinin şehir inşası, dünyadaki bu eğilimin bir örneği olmanın ötesinde devlet eliyle yapılan modernleştirmenin derin etkilerini de taşır. Katı merkezi politik sistemin dışarıda bırakmak istediği ne varsa şehirlerin görünür belleğinden temizlenmiştir. Bunun sonucu olarak Türkiye şehirleri genel olarak kendi hafızasına yabancı mekânlar olarak inşa olmuştur.

Mesela Kürt coğrafyasındaki şehirlerin görünür yerlerinde Ne Mutlu Türküm Diyene sloganları görmek adeta olağandır. Şehirlerin ve cadde-sokakların isimleri neredeyse tümüyle geleneksel mukimlerin dillerinden arındırılmıştır. Yüzlerce idam deneyiminin yaşandığı İstanbul, İzmir gibi kent meydanlarda bu olgulara dair tek bir işaret bulamazsınız. Yüzbinlerce kişinin katıldığı muhalif kitlesel gösterilerin mekânlarında böyle bir geçmişi anımsatan bir söz bile yazılı değildir. İşci sınıfı hareketinin en etkili örneklerinin yaşandığı bazı sanayi kuruluşlarının arşivleri bu eylemliklerin bilgisinden özenle arındırılmıştır. Yüzlerce toplumsal öykünün mekanı ve tanığı olan bazı hapishanelerin yerinde artık yeni binalar vardır. Cumhuriyet tarihinin en büyük kitlesel kırımının yaşandığı Dersimde bile 2011 yılında yapılan Seyit Rıza heykeli dışında bu geçmişe işaret eden herhangi bir kamusal hafıza imgesi yoktur. Karadeniz ve Orta Anadolu şehirleri Rumlardan, Doğu şehirleri Ermenilerden, Ege şehirleri Tahtacı kültüründen vb. adeta muaf bir mekânsal/sosyal manzara sunarlar. Daha yüzlerce örneğini sayabileceğimiz bütün bu deneyimler şehir belleklerinin nasıl itina ile temizlendiğini gösterir.

Bugün küresel dünyada şehir belleklerinin yeniden inşası, yerel politik gündemin en önemli işlerinden biridir. Dünyada şehir yönetimleri bu alanı özel bir uğraş olarak ele alıyor; silinmiş bellek yeniden ortaya çıkarılıyor. Bu girişimler aynı zamanda siyasal-toplumsal yüzleşme için bir imkan da sağlıyor. Türkiye’nin şehirleri ise bu eğilimin bir parçası olmak şöyle dursun doğru dürüst bir seyircisi bile değil ne yazık ki.