Birileri beyhude bir çabayla, bu anayasanın kuvvetler ayrılığı ilkesini ihlal etmediğini, öne sürüyor. Oysa ki ilgili maddelerin “tek adam” rejimine kapı açtığını görebilmek, üstün bir zekâ, engin bir hukuk bilgisi gerektirmiyor

Ben bilmem başkanım bilir!

Referandumda oylanacak olan, aslında “Ben bilmem başkanım bilir !” , belki daha açık ifadesiyle , “Ben bilmem Erdoğan bilir !” anayasasıdır. Göreceksiniz tartışmalar hararetlendikçe bu çıplak gerçek ortaya çıkacak, “hayır” cephesi güçlendikçe, “evet” bloku zayıflayacak, giderek itibarsızlaşacaktır. “Hayır”cıların bazen kendilerinin de farkında olmadığı ciddi stratejik avantajları bulunuyor. İsterseniz ilk aklımıza gelenleri madde madde tartışmaya başlayalım.

1. Bizler “hayır” derken, bir blok görüntüsü vermek, mutlaka aynı “hayır”a sahip olmak, ortak bir dil ve üslup tutturmak zorunda da değiliz. Kadim ittifak tartışmalarının yıpratıcılığının da uzağındayız. Ne var ki farklı kesimlerin kendi meşreplerince “hayır”ını dillendirmesi , “hayır” sayısını 1 kişi bile artırması, tüm “hayır”cıları umutlandıracak, zaman içerisinde, çoktan yitirdiğimiz “zulme karşı” ortak bir kavga vermek, kolektif bir duruş sergilemek, yeniden bir toplum haline gelmek duygusunu güçlendirecektir. Hiç kuşkusuz, farklı bileşenlerine karşın “hayır” cevabına laiklik savunusu, cumhuriyeti sahiplenme sorumluluğu, Aydınlanma değerleri damgasını vuracak, gelecek için kuru bir “hayır”ın ötesinde kalıcı kazanımlar elde edilecektir.

2. “Hayır” cephesinin sözcüsüz, programsız, ütopyasız olduğu dile getiriliyor. Farklı kesimlerin “hayır”ları haliyle kendi dünya görüşlerinin, gelecek tahayyüllerinin tınısını taşıyacaktır. Zaman içerisinde “hayır “ korosundan çıkacak farklı sesler, bir kakofoni görüntüsü değil, aksine “çoğulcu, özgür, bağımsız” bir çeşitlilik profili verecektir. Halbuki “evet”çiler , tek adama, tek iradeye, tek hedefe, “güç ve iktidara” kilitlendikleri için “itici, monoton, renksiz” bir güruha dönüşeceklerdir. Önemli olan, “hayır”ın farklı bileşenlerinin bu süreçte rekabete girmemeleri, birbirleriyle uğraşmamaları, birbirlerine çelme takmamalarıdır.

Gezi döneminin “orantısız zeka” günlerine geri dönüldü. Yaratıcı sloganlar, çarpıcı metaforlar bulma gayretiyle insanlara, özellikle gençlere yeni bir heves, heyecan, dinamizm geldi.

3. Neredeyse tüm medya kanallarının denetim altına alınması, “güvenlik güçlerinin” doğrudan taraf olması, şimdiden sindirme taktiklerinin devreye girmesi, “hayır “cılar için bir handikap gibi görülüyor. Göreceksiniz bu “mağduriyet “ duygusu zamanla bir avantaja dönüşecektir. “Hayır” bedel ödemeyi göze almak, özne olmak, samimiyet, cesaret gibi kavramlarla özdeşleşirken ; “evet”, iradesini başkasına devretmeyi, otorite karşısında diz çökmeyi, biatı, menfaati , nesne olmayı temsil edecektir. OHAL yetkilerine başvurup, “hayır”cıları geriletme hamleleri ise başkanlık rejiminin gerçek doğasının daha net ortaya çıkmasına yol açacaktır.

4. Bir şeye “hayır” derken farklı gerekçeleriniz bulunabilir ; birisi dondurmayı boğazını ağrıttığı için, diğeri diyet yaptığı, bir öteki hoşlanmadığı, sonuncusu ise az evvel baklava yediği için reddedebilir. Ama “evet” derken, üstelik bir ülkenin geleceğine damga vuracak bir rejim değişikliği söz konusu iken, açıklamalar daha inandırıcı, tutarlı, ortak paydalar daha açık olmalıdır Abdurrahman Dilipak gibiler aynı anayasayı Saray’ı İslam dünyasının merkezi haline getireceği, hilafetin kapısını aralayacağı için savunurken; Rıdvan-Arda ikilisi “Atatürkçülük- cumhuriyetçilik” gerekçesiyle “evet”in vitrinini oluşturmaya çalışıyorlar. Süreç ilerledikçe bu tezatlar iyice göze batacak, ikna edici bir “evet “ savunusu gittikçe zorlaşacaktır.

5. Birileri beyhude bir çabayla, bu anayasanın kuvvetler ayrılığı ilkesini ihlal etmediğini, demokrasiyi rafa kaldırmadığını, insan hakları ve özgürlüklere halel getirmediğini öne sürüyorlar. Oysa ki ilgili maddelerin “tek adam” rejimine kapı açtığını, başkanın adeta “devletin tek sahibi” haline geldiğini görebilmek üstün bir zeka, engin bir hukuk bilgisi gerektirmiyor. Bu nedenledir ki, Serdar Turgut gibi bazı “akiller” bu rejim değişikliğinin ancak “otokrasi” gibi bir kavramla açıklanacağını itiraf ediyor, “kuvvetler ayrılığının” modasının geçtiği teziyle, “iyiye, güzele, doğruya” halk adına “otokratın” karar vermesinin çağdaş dünyanın gerçeği olduğunu öne sürmekten çekinmiyor, Davutoğlu’nun baş danışmanı Etyen Mahçupyan da, ironiyle, “demokrasi” gibi kavramlarla anayasa taslağını savunmanın zorluğuna işaret ederek, “milli şefin zaruri ihtiyaç haline geldiği” (bir bakıma II. İnönü) savunusunun daha gerçekçi hale geldiğini iddia ediyor. Tartışmalar hararetlendikçe “yandaş” saflarda çatlaklar derinleşecek, sadakati ispat gayretleri, “bu ülkeye faşizm gerekirse onu da RTE getirir” ifradına dahi varabilecektir.

6. ”Cumhurbaşkanı’na kırıcı tek laf etmemeliyiz” şeklindeki, karıncaezmez tarzı “strateji” önerileri referandum sürecinin doğasına aykırıdır. “Bu başkanlık yetkileri her kimin elinde olsa karşı çıkmak gerekir” şeklindeki isabetli saptama, derdimiz “Tayyip Erdoğan değil” şeklinde noktalanmamalı, aksine, aynı “güç ve yetkinin” Tayyip Erdoğan’ın uhdesinde vahamet kazanacağının, ülkeyi bir felakete sürükleyeceğinin altı çizilmelidir. Gelgelelim sade bir AKP’liye, samimi bir İslamcıya, muhtemel bir “hayır”ın onlar için hayatın sonu, mutlak bir yenilgi anlamına gelmediğini, tam aksine anayasada eksik “denge ve fren” mekanizmalarının kendilerinin de katkılarıyla devreye girebileceğini, bunun ülkenin “hayrına” olacağını bıkmadan usanmadan anlatmaya gayret göstermeliyiz.

Tartışmalar hararetlendikçe “yandaş” saflarda çatlaklar derinleşecek, sadakati ispat gayretleri, “bu ülkeye faşizm gerekirse onu da RTE getirir” ifradına dahi varabilecektir.

7. 12 Eylül 2010 referandumunda YAE’cilerin de ideolojik işbirliğiyle “evet” cephesi fikri hegemonyayı ele geçirmişti. Farklı medya kulvarlarında, entelektüel pırıltısı bulunan, daha rabıtalı, oturaklı figürlerle, “vesayet rejimine son verilmesi”, “statükonun yıkılması” benzeri etkili sloganlarla “evet” rüzgârları estiriliyordu. Şimdiki medya ortamında “düşük sikletli” hiçbir entelektüel cazibe taşımayan yavan tartışmalar sayesinde sosyal medya asıl mücadele zemini haline geldi. Gezi döneminin “orantısız zeka” günlerine geri dönüldü. Yaratıcı sloganlar, çarpıcı metaforlar bulma gayretiyle insanlara, özellikle gençlere yeni bir heves, heyecan, dinamizm geldi. Kadınların da “ha ha ha ha hayır” diyerek ağırlığını koymasıyla Ak trollere hadleri bildirildi, hegemonya “hayır”cılara geçti.

8.12 Mart, 12 Eylül kavşakları büyük ölçüde sola, emek kesimine karşı hamleleri içerirken, sermaye kesimlerinin, burjuvazinin arzuları doğrultusunda gerçekleştirilmiş, IMF-DB eşliğinde, onlar açısından birikim rejimindeki tıkanıklığın aşılmasına katkıda bulunmuştu. Bu kez sadece emekçilerin, şehirli orta sınıfların aleyhine değil, sermaye için de “hayır”lara vesile olmayacak bir tasarımla karşı karşıyayız. Başkanlık yetkileri sırf bizlere değil, pekâlâ “sermaye kesimine” karşı da kullanılabilecek olağanüstü yetkiler içeriyor, açıkça onları da ürkütüyor. Bu nedenle başarılı bir “hayır” kampanyası, sermaye kesiminde de en azından ciddi yarılmalara neden olacak, başta TÜSİAD onların da blok bir onayını almakta zorlanacaktır.

9. Referanduma kadar büyüme, enflasyon, işsizlik, özel sektör yatırımları gibi tüm makroekonomik göstergeler kötüye gidecek; döviz kurları, faizler, borsa endeksi türü piyasa verileri de başkanlık rejimine yeşil ışık yakmayacaktır. Tam tersine “hayır” çıkacağı yönündeki anketler, piyasalarda göreceli bir rahatlama yaratacak, bu durum “Saray” çevrelerinin daha da asabileşmesine neden olacaktır.

10. Belki fazla iyimser bulabilirsiniz ama, zaman “hayır”ın lehine işleyecek, bu da başta RTE “evet”çilerin daha da sinirlenmesine, saldırganlaşmasına yol açacak, “korku ve tehdit” gösterileri bu kez geri tepecektir. “Hayır” savunucularının sükûnetlerini koruyup “huzur, güven, mutluluk” mesajları içeren, güler yüzlü, mizah yüklü tarzlarını sürdürmeleri, başta RTE, onların “öfke, şiddet, hakaret” dolu, asık suratlı reaksiyonlarla karşılaşacak, “başkanlık yanlılarının” iyice sevimsiz bir profil vermelerine neden olacaktır.

Özetle, bu süreci iyi yönetebilirsek, Türkiye nefes alır, “özgürlük, eşitlik, hoşgörü, demokrasi” yolunda güçlü bir refleks verir, hepimizin güveni ve neşesi yerine gelir.
Son söz: Ülkenizin “hayrını” düşünün, kimsenin “şerrinden” korkmayın.