Dünya ekonomisine ilişkin en taze veriler OECD’den geldi. Paris merkezli kuruluşa göre, üye ülkelerin 2016 ilk çeyrek büyümeleri sadece %0.4 oldu. ABD ve İngiltere öngörülenden daha kötü bir performans sergileyerek yılın ilk üç ayında, sırasıyla %0.1 ve %0.4’lük bir sıçrama gösterdi. Dünyanın en büyük ekonomisi Amerika için bu yıllık %0.5 gibi mecalsiz bir tempo demek.

Buna karşın Almanya ve Fransa ise yıl başı tahminlerinin ötesinde %0.7 ve %0.5 büyüdüler. İtalya da bile %0.3’lik bir kıpırdanma göründü. Özetle, kapitalist metropol ülkeler henüz durgunluktan sıyrılamadılar. Küresel kriz sonrası dünya ekonomisinin büyüme motoru haline gelen Çin de, daha 2010’da %12 büyürken, şimdi %6-7 aralığında bir ritme talim ediyor. Belki daha önemlisi finansal olmayan şirketlerin borçları ve emlak spekülasyonuna açılan krediler sinyal veriyor. Seri iflaslar dalgasının ülkeyi sarabileceği kuşkusu giderek artıyor.

Büyük ekonomilerden bir tek Hindistan %7’yi aşan bir ivmeyle büyümesini sürdürüyor. Bu başarının sırrı sorulunca, Merkez Bankası Başkanı Raghuram Rajan, “Durumumuz nüfusu amalardan oluşan bir köyde tek gözlülerin muteber sayılması”na benziyor, diye kinayeli bir metafora başvuruyor.

Kriz tellalları artıyor

Sol iktisatçıların, “her üç krizin beşini” doğru tahmin ettikleri hicvedilir. Ama referans ana akım bir figür, hem de Nobel ödüllü Robert Shiller olunca, üstüne üstlük Yale Üniversitesi hocasının küresel krizi önceden tahmin edenlerden biri olduğu hatırlanınca işin rengi değişiyor. Shiller’in, Project Syndicate sitesindeki 18 Mayıs tarihli makalesinin başlığı bile oldukça ürkütücü; “Yaklaşan Küresel Finansal krize karşı mücadele.” Gerçi Shiller bu yazıda finansal kriz patlak verdikten sonra alınacak önlemler, özellikle “para piyasası fonlarının” barındırdığı riskler üzerinde yoğunlaşıyor. Ama başlıktan da anlaşılabileceği gibi, kapıya dayanan zımni bir kriz varsayımından hareket ediyor.

Uluslararası sermayenin yayın organlarının, örneğin 16-22 Mayıs tarihli sayısında Bloomberg Businessweek dergisinin yaklaşan kriz tehlikesini kapağa çıkarması dikkat çekici. Dergideki makale büyük ölçüde, “sürekli durgunluk” teziyle son dönemde yıldızı parlayan Harvardlı iktisatçı Lawrence Summers’ın tezlerine yer veriyor. FED başkanlığı için Janet Yellen ile rekabete girişen Bill Clinton’un Maliye Bakanı Summers, 2013’te koltuğu kaçırınca, konferanstan konferansa daha aktif biçimde görüşlerini dolaşıma sokuyor.

Summers’ın analizi özetle şöyle:

Dünyada büyüme büyük ölçüde bir kısırdöngüye girmiş durumda. Çünkü mal ve hizmetlere kronik bir talep azlığıyla, aşırı tasarruflar at başı gidiyor. ABD ve gelişmiş ülkelerde yaşlanan nüfus daha fazla tasarruf ediyor. Artan gelir adaletsizliği de, paranın tasarruf eğilimi daha yüksek zenginlerin cebine akmasına neden oluyor. Uber gibi sömürüyü var olan varlıklar (bu örnekte otomobiller) üzerinden sağlayan şirketlerin veya sadece enformasyona bağlı yazılım sektörünün bu tasarrufları cezbedecek potansiyeli bulunmuyor.

Summers’a göre, çok düşük, hatta negatif faizler, hisse senetlerinde ve emlak piyasasında balonlara neden olabilir. Öyleyse dökülen yollara, köprülere, küresel ısınma ile mücadeleye, eğitimi iyileştirmeye yönelik büyük projelere para akıtarak yatırımlar canlandırılıp, tasarruflar emilebilir. Vergi yasalarının düşük gelirli ve orta sınıf ailelerin harcama gücünü tetikleyecek ölçüde düzenlenmesi de ekonomiye doping olur.

Summers, bu önerilerin, daha çok merkez sol, ABD örneğinde ise Demokrat Parti’ye hitap edeceğinin farkında olduğu için muhafazakarlara da ayrı bir paket sunuyor. Siz de sorunu ihracat teşvikleriyle, gereksiz düzenlemeleri iptal ederek, şirketleri fabrika yapmaya kışkırtan vergi indirimleriyle sağlayabilirsiniz, yollu akıl veriyor.

Kriz tohumları 90’larda atıldı

Tüm bu tartışmalar küresel kapitalizmin 2007-2008’de girdiği krizden yakasını kurtaramadığının açık kanıtları. Çıkış ararken Summers’ın reçetelerini uygulamak için haliyle ilk akla gelen şahsiyet, neredeyse Demokrat Parti adaylığını garantileyen Hillary Clinton . Hillary’ye ekonomi konusundaki planları sorulunca, “Ben bilmem, beyim bilir” mealinde bir cevapla, işi Bill Clinton’a ihale edeceğini açıkladı. Haliyle bir takım feminist mesajları da bulunan, ABD’nin ilk kadın başkan adayının bu cevabı, toplumsal cinsiyet boyutuyla hayal kırıklığı yarattı.

İktisadi anlamda da, “dengeli bütçeden” söz etmesi, bu neoliberal zihniyetle saplandığı bataktan bir türlü çıkamayan avro bölgesini akla getirdi. Üstelik de, küresel krizde büyük pay sahibi olduğu kabul edilen, 90’larda finansal kesimdeki ve iletişim sektöründeki deregülasyonların Bill Clinton döneminde gerçekleştiği hatırlanarak hafıza tazelendi. “Nasdaq krizi “ diye bilinen 2002’deki teknoloji hisselerindeki çöküşü kimin körüklediği unutulmadı. Aziz zevcesine bu akılları verenler arasında Lawrence Summers’ın başı çektiğinin de altı çizildi.

Kıssadan hisse

ABD’de Bernie Sanders kişiliğinde sosyalist etiketli bir adaya rağbet edilmesi; Yunanistan, İspanya, Portekiz, şimdi de İrlanda’da “istikrar politikalarını” yerden yere vuran radikal partilerin seçimlerde ciddi seçenekler haline gelmesi, krizden bunalan kitlelerin aslında sol fikirlere açık olduğunu gösteriyor. Syriza deneyimi, “tek ülkede sol program” uygulamanın zorluklarını kanıtladı.

Öyleyse hem kendi yurttaşlarını sol, kamucu ekonomi politikalarına ikna edecek, hem de uluslararası dayanışmayla bu fikirleri geniş coğrafyalara mal edecek bir kurguya gereksinim var. İşe, “ben bilmem piyasalar bilir” zihniyetini mahkûm etmekle başlamakta yarar bulunuyor.