Ben bir salaklık yaptım. Hem de göz göre göre, bile bile. Bir an boş bulundum, anlık gaflete düştüm ve yaptım.

Ben bir salaklık yaptım. Hem de göz göre göre, bile bile. Bir an boş bulundum, anlık gaflete düştüm ve yaptım.

Anlatayım.

Başbakan Erdoğan cumhurbaşkanlığı adaylığını açıkladığında ortaya ilk atılan tartışmanın başlığı “mevcut görevinden istifa edecek mi” olmuştu. Erdoğan başbakanlığı bırakıp cumhurbaşkanlığı seçimlerine makamsız, mevkisiz hâlde girme lütfunu demokrasiye bahşedecek miydi.

Yapmadı.

İstifa etmeyeceğini, kanunda böyle bir şey olmadığını yine kendi üslubunca bağıra bağıra, “yav bunlar hukuk falan da bilmezler” diye ders vere vere izah etti.

Benim boş bulunup salaklık ettiğim nokta da burası.

Herhâlde, dedim, başbakanlığın sağladığı devasa imkânları cumhurbaşkanlığı seçiminde kullanmayacak.

Zaten, diye düşündüm, onu yapacak olsa istifa ettikten sonra da yapar.

Muhtemelen, diye aklımdan geçirdim, partisine dair planları var o yüzden şimdi içeriye dönük stratejik davranıyor.

Bu düşüncelerle konuyu tabiri caizse sallamadım.

Ciddi salaklık. Yıllardır “yok artık bunu da yapmazlar” dediğimiz her şeyi yapmış bir iktidara dair ucundan kıyısından da olsa hâlâ iyimserlik gösterebilmenin en kibar ifadesi olarak söylüyorum; Ciddi salaklık.

Başbakanlığın olanaklarını sonuna kadar kullandı. Koştu tren sürdü, tesis açılışlarına katıldı, makamının uçağını arabasını altından eksik etmedi, devlet kanalını yedi yirmi dört işgal etti... Hatta seçim yasaklarının başladığı tarihte bile vazgeçmedi, resmi araca sahte plaka takıp yoluna devam etti.

Özetle şöyle absürt bir durum oluştu;

Üç aday var. Adaylardan biri başbakan. Diğerlerine devletin adayı, kendisine milletin adayı diyor.

Ama milli eğitim müdürlüklerinden demir yollarına, TRT’den tapu müdürlüklerine, TOKİ’den TÜBİTAK’a, emniyetten hava kuvvetlerine kadar devlet bütün olanaklarını seferber etmiş, devletin adaylarına karşı milletin adayını destekliyor.

2.YUHALAMA EŞİĞİ

Erdoğan’ın mitingleri her zaman biraz sürreellik vaat eder.

Kitleyle girdiği ilginç diyaloglar, bayılan kadınlara müdahale kısmı (genelde kırkıncı dakika), ara ara prompter bozulunca donakalmalar...

İnsan kendini farklı bir ülkenin vatandaşıymış gibi hayal ederek izlediğinde eğlenebiliyor.

Cumhurbaşkanlığı seçimi için yaptığı mitingler ise öncekileri aştı diyebiliriz.

Dünya miting diyalogları antolojisi gibi bir külliyat hazırlansa son İstanbul mitinginde Ekmeleddin İhsanoğlu’nu üç dil bildiği için yuhalatması kapaktan verilebilir mesela. Arka kapağa da Fethullah Gülen’i ilkokul mezunu olduğu için yuhalattığı miting eklenirse tadından yenmez.

3. DEMİRTAŞ KAZANDI

Selahattin Demirtaş’ın, ülke tarihinin gördüğü en kıvrak zekalı, duyarlı, çağdaş, ilkeli siyasetçilerden biri olduğunu düşünüyorum.

Cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklayıp kampanyasına başladığından beri farklı bir rüzgar estirdiği de ortada.

Keskin ama dalgacı üslubuyla, ince esprileriyle, yerinde göndermeleriyle attığı her adımda arkasındaki desteği büyüttüğü ya da mevcudu sağlamlaştırdığı görülüyor.

Azınlıklar, işçiler, kadınlar, LGBT bireyler, farklı inanç mensupları, inançsızlar hakkında her söylediği yürekleri serinletiyor. Birbirinden çok uzak duran kesimlere ayrı ayrı güven veriyor. Aktüel politika konusunda (içişleri, dış politika, ekonomi vs.) da etkin bir söylemi, isabetli eleştirileri var.

Seçim sürecinin başlarında bu durumun bir yanılsama olabileceği ve kendi dar çevreme dayalı gözlemlerimin aldatıcı bir sonucu çıkabileceği şüphesi taşıyordum.

Ancak en son TRT’de yasa gereği kendisine ayrılan sürede, uzun zamandır polemikte olduğu TRT ile dalga geçmesi şüphelerimi dindirdi.

Demirtaş konuştukça büyüyor, hareket ettikçe daha fazla göz üzerine dikkat kesiliyor. Bu ilgi dalgası sonuçlara belki etki eder, belki etmez. Ama Selahattin Demirtaş’ın partisinin toplam etkisini aştığı ve onu seçim sonrası için daha güçlü bir pozisyona çekeceği şimdiden açıkça görünüyor.

Selahattin Demirtaş, her halükârda seçimin kazananlarından biri olacak dersek yanlış olmaz.