Gazetemizin “BirGün benim” çağrısını duymuşsunuzdur. Bu iki sözcüklü tümcenin ikili bir anlamı var sanırım; “Bu gazete bana ait” demek olduğu kadar, onun bir adım ötesi “ben bu gazeteyim” de demek. İkincisi daha sahici!

Bundan 16 yıl önce gazete çıktığında yazdığım “Merhaba” başlıklı ilk yazımda, Yaşar Kemal’in gölgesine sığınarak, bence edebiyatımızın en iyi giriş ve aynı zamanda son cümlesi olan “O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler”i kullanmış, ancak “Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık” dememiş, BirGün’ü var edenlerin o gitti sanılan iyi insanlar olduğunu yazmıştım.

O günden bugüne çok badire atlattı BirGün. O doğrunun ve gerçeğin peşinden gittikçe, doğrudan ve gerçekten ürkenler çöktü üzerine.

Patronsuz bir gazete olmanın, eziyet denirse buna, eziyetini de çekti, keyfini de yaşadı. Kah “ÇIĞLIK” attı manşetten, kah sessiz sedasız patronsuz gazetenin patronu okurlarına yaslandı, dara düştükçe.

Asla pes etmedi ama! Onu yoktan var edenler hiç izin vermediler sesinin kısılmasına.

Bugün, işi doğruyu söylemek olması gereken medyanın gerçeklerin yanından geçmesinin bile iflah olmaz bir muhaliflik sayılıp bedel ödettirildiği zamanlardan geçiyoruz.

1 Eylül’den beri resmi ilan alamıyor BirGün! “İktidarın kıymetli gazeteleri” için hiç kullanılmayan gerekçeler buluyorlar buna.

Önce dağıtımla ilgili bir fatura geç girildi diye, ardından bazı haber fotoğraflarında kaynak belirtilmedi diye, daha olmadı bir haberde “polis müdahalesi” değil de “polis saldırısı” ifadesi kullanıldı diye gelen ilan durdurma cezaları birbirine ekleniyor.

Kızılay’ın itibarına, başkanı “Vergi kaçırma değil, vergiden kaçınma” dediğinde bir şey olmuyor da, bizim Kızılay ya da TCDD ilgili haberlerimiz “kurumların itibarını zedelemek”ten cezaya dönüşüyor.

Bu cendereden kurtulup nefes alabilmemiz için; kimi belediyeler, sendikalar, odalar ilanlarıyla dayanışmaya girdiklerinde, onlar da engellenmeye çalışılıyor.

BirGün gibi gazetelerin giderlerinin üçte birini karşılayan Basın-İlan Kurumu gelirleri böylece kesilse de, “Yaşamak zormuş yaşatmak imkânsız” demiyoruz asla. İnsan olduğumuz için, gerçeğin peşinde, “başarmak için çabalayıp duruyor” ve mutlaka başarıyoruz!

Şimdi de, “#BirGünBenim” diyerek, yaşamak şöyle dursun, her gün daha iyi bir BirGün sunabilmek kararlılığıyla, dijital üyelik kampanyamızın yeni etabını başlattık. İnanıyoruz ki, “BirGün benim” çağrısına uyup internet sitesinden birkaç tıkla abone olanlarımızın ulaştığı sayıyla çok daha güçlü olacağız.

Üstün Yıldırım, 70’ini devirmiş bir abimiz, geçen gün “Türkçeye duyduğu derin ilgi”ye vurgu yaparak A. Aşut yazmıştı onu. O ilgi “Sözcükte Tümce Yanlışı”, “Bu Da Geldi Kitabın Başına” gibi eserlere dönüşmüş. Her haberimizi titizlikle okuyor.

Yağmurlu bir Ankara sabahında, çıkmayı da göze alarak dört kat (72 basamak. Yaşımdan az ama) indim seninle buluşmak için. İnce ince yağıyordu yağmıyor. … Ama aldırmıyordum. … Ucunda sen. Çıktığın günden beri okuyorum seni.”, diye yazmıştı geçen gün bir yanlışımızı düzelterek.

İlk günden beri, yağmurlu havalarda kendi ıslanıp gazetesini ıslatmadan alıp gelen, keyifle okumak için 4 kat çıkıp “köşesine çekilen”lerimiz var, Üstün Abi gibi.

BirGün’ü her gün hastanede hastaların okuyabileceği bir yere bırakıp, memleketin dört bir yanından ve her yaştan insanın gazetesiyle ilişkisini gözlemleyerek; “Dikkatle inceledi önce, sonra bırakır gibi oldu, ama geri alıp okumaya başladı” diye not alan Dr. Yılmaz gibi sahip çıkanlarımız var.

Onlar “BirGün benim”in bir adım ötesinde “Ben BirGün’üm” diyenler. “O iyi insanlar” var oldukça, BirGün de var olacak!