Muhtarlar toplantısında Erdoğan konuşurken, vecde gelip ayağa kalkan ve “Allah benim canımı sana bağışlasın” diye bağıran muhtar, uğruna ödüller atfedilen “yalnız ve güzel ülkenin” kendisi, ortalaması ve özetidir. Bu toplantı sırasında yaşanılan vecd hali ise yeni devlet dininin ibadetidir. “Anam babam sana feda olsun ey Resullullah”tan gelinen nokta budur. Mersin’de ilkokul öğrencilerine peygamber sakalı diye nerden bulunduğu, kimin sakalı olduğu belli olmayan bir şeyi öptüren öğretmen bile bu muhtarın inancı karşısında artık yeni çağın gerisinde kalmıştır. Yeni dinin ilk müritlerinden biri, bağıran ve bağırdıktan sonra kendisini çılgınca alkışlayan o muhtardır. Ve onun ayaküstü duasına, canının kime gideceğine bakmaksızın, içten bir amin demek yapılacak en hayırlı şeydir.

Canını iktidara yamamış olan bir muhtarın basitçe yalaka olduğunu söylemek kolaycılığa kaçmak olacaktır. O muhtemelen geldiği yerdeki çoğu insan gibi borçlarını ödeyebilecek parayı bulduğunda bile bu denli coşku ve vecd içerisinde olmamıştır, olmayacaktır. İnsan güce ve iktidara tapmaya başladığı zaman bir süre sonra, Tanrısı’nı karşısında, karşısındakini Tanrısı’nın yerinde görmeye başlayacaktır. Muhtarın durumu artık budur. O artık “Altı yaşındaki kız çocukları evlenebilir” diyen Sosyal Doku Vakfı Başkanı Nurettin Yıldız’ın Edirne’ye gelmemesi için kampanya başlatanları tehdit eden cihatçı Edirne İslam Gençliği Başkanı gibi “Ensar Vakfı’nın kapatılmasını isteyenlerin dilinin kesilmesini” kendiliğinden isteyecek olgunluğa erişmek üzeredir.



Tıpkı 10 Ekim Ankara katliamı sonrasında yapılan bir milli maçta ölenleri yuhalayanlar gibi, tıpkı ölenleri bile rahat bırakmayıp mezarlarını parçalayanlar gibi, tıpkı katillerin isimlerini sokaklara, parklara verenler gibi… Olgunluk emaresi hasıl olmuştur. O artık Tanrıyla Şeytanı ayırt edemeyecek kadar insanlaşmıştır. O tıpkı Ali Şeriati’nin dediği gibi “ateş içinde kıvranmaktadır.” “Halkı, bütün dünya halkları ve insan nesli ateşten gömlek haline gelmiş şu hayatın içinde kıvranmaktayken, o kalkmış cehennem ateşinin ölümden sonraki azabının dehşetinden dolayı gece gündüz kıvranmakta, ağlamakta, sızlamaktadır. Oysa bizim derdimiz bütün insanlığa musallat olmuş beni, seni, onu ve herkesi kuşatmış; içinde kıvranmakta olduğumuz bu ateştir. Biz bu alevleri söndürecek suların peşindeyken” onun derdi kendisidir.
Biz şunu biliyoruz. İnsanların eşit, hakça, adil ve özgür bir dünyada yaşamaları için yapılan mücadelenin yolu yalnızca büyük zaferler değil, büyük yenilgilerle de örülmüştür. Çağımız büyük sancıların peşimizi bırakmadığı bir çağdır. Bugün hem yaşadığımız ülkede hem de dünyanın herhangi bir yerinde yaşanılan acılar ortaklaşmıştır. Bugüne kadar sömüren ve demokrasi ve insan hakları safsatası altında Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın her yerini kana bulayan Batı uygarlığı kendi yarattığı zehrin kılcal damarlarında dolaştığını hissetmeye başlamıştır. Hiçbir zaman demokrasiyi kendinden başkası için istemeyen, İslam uygarlığının ve coğrafyasının üzerine bir leş yiyici gibi çöken Suudi Arabistan’ı kendisine has müttefik yapan, ekonomisine entegre olmayanı düşman, olanı dost olarak gören Batı kapitalizmi Türkiye’de de kendisinin kopyası bir iktidarla varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Karaman’dan akan çamur, Sur’dan yükselen duman ve şehirlerin ortasından yayılan çürük kokusu kapitalizmin çamuru, dumanı ve kokusudur. Din onun emrindedir. Şeytan onun emrindedir. O muhtar onun emrindedir. Dualar onun kontrolü olmadan ağızdan çıkmamakta, işlenen cinayetler onunla yüceltilmektedir. Kutsallar devletlerin elinde insana, doğaya ve hayvanlara karşı insan tarihinin en tehlikeli silahları olarak seferber edilmişlerdir.

Ve bunca pisliğin ortasında hayatını rahatsız olmaksızın yaşamaya devam edenler varsa, bunalmayan, kaygılanmayan, hayatından memnun olanlar varsa, hepimizin görevi onları rahatsız etmektir. Çünkü “Zulüm zalimin çekici ve mazlumun örsü ile şekil alan bir demir parçasıdır.” Bu zulmün parçası olanlara, bu zulmü yapanlara, alkışlayanlara hakkımızı helal etmemekse bir insanlık görevidir.