Ben insan değilim ki

>Sinem Sal @sinemsal

Dar bir sokağa giriyoruz. Çocuklar yanımızda bitiyor. Bütün çocukların alamet-i farikası ağlamalarıdır. Kadınlar bacaklarını açarak kaldırımlarda oturuyor. Yağlı kalçalarının üstüne geçirdiği etekleri salıncak görevi görüyor. Gelen kamyonlarla naylon poşet içinde süt taşıyor çocuklar. Meydanlara atılmış ekmek kırıntıları gibiyiz. Çocuklar da işi gücü olmayan kuş gibi üstümüze koşuyor. Sıradan şeyler oluyor hep. Sıradan şeyler iyi geliyor insanlara. Korkmuyorlar. Akşamları ışıklarını açmadan önce perdeyi örtüyorlar. Güneşlikleri kapatıyorlar güneş yokken. Bir tuhaflar…

Evler iki veya üç katlı. Çatı katına çamaşır asıyorlar. Asfalt dökülen sokağa evine asma kat çekmiş insan kadar seviniyorlar burada yaşayanlar. Duruyoruz. Maymunum Yampirik ve ben. Sol elini bırakıyorum. Sağ elinde taşıdığı akordeonu kutusundan çıkarıyoruz. Kadınlar pencerelere çıkıyor. Bunlar o gün yaptığı yemeğe dönüşen kadınlar. Pencerelerden bakıyorlar: patlıcan oturtma, kızartma, yayla çorbası, biber dolması… Akşam olsa da yensek diye bekliyorlar. Sokaktan kedi geçiyor. Saçlar çekiliyor, popolar kaşınıyor. Kasap yakalarsa, öteki gün hepsine afiyet oluyor. Habersizler. Neyse… Sesi duyan gelmeye başlıyor. Elimde geceleri tuvalette kullandığımız plastik kova var. Gündüzleri kendisi ekmek teknemiz… Giderek ağırlaşıyor kova. Bazıları şarkının sonuna kalmadan gidiyor. Böylelikle bir ödeme yapmaları gerekmediğini düşünüyorlar. Arkalarına dönüp gidişleri, sevmemiştim lan zaten der gibi oluyor. Kova yeterince ağırlaştığında ve paralarını veren insanlar gittiğinde, yeni gelenler için kovayı boşaltıyoruz. Yazık bize, bütün iki kuruş para için dolaşıp duruyoruz.

Sokağı bırakıp merkeze doğru iniyoruz. Elinden tutuyorum. Gülüyorlar. Parmaklarıyla bizi gösteriyorlar. O görmüyor. Köprünün karşısında bir taşın üstüne oturuyoruz. Akşam işine iki saat kaldı. Patron, kahveye geçecek. Ben de mahallenin en fiyakalı tuvalet camından içeri gireceğim. Ne var ne yok indireceğim cebe. Payımıza altı yedi tane muz düşecek. Eyvallah, muzun iyisini de biz biliriz. Robin Hood gibiyiz mübarek. Zenginden alıp kendimize veriyoruz. Patronum, hükümet gibi adam. Adaleti sağlıyor. Kahvenin kapısına kadar götürüyorum onu. Kapıyı görüyormuş gibi açıyor. Her gün oturduğu masaya oturuyor. Selam alıyor, selam veriyor. Masasına konan bardağı boşlukta yumruk atmadan bir kerede yakalıyor.

Manavı ve kasabı selamlayarak işe koyuldum. Kepenklerini çekerken sigarasını içen bakkala selam vermedim. Zira hâlâ iki ekmeğin hesabını yapıyor kendisi. Kollarımı uzattım, kendimi yukarı doğru çektim. Kendini yukarıya doğru çekmek, aşağı bırakmaktan daha kolaydır. Çünkü yüzde elli şansın vardır. Tuvalet penceresi… Birinin evine ondan habersiz giriyorsanız, en münasebetsiz yerden dalarsınız. Gönül ister ki kapıdan girelim ama burada kimse, paylaşmaya açık değil henüz. Apartman girişindeki yazıyı hatırlıyorum: Mülk Allah’ındır. Eyvallah, Allah’ım sen günah yazma… Zlank. Mavi ekran… Hatalı haber… Arka ayaklarımla kadının omuzlarında duruyorum. Çığlığı basıyor. Komşular falan yetişmiyor. Omuzlarından tekrar aşağı atlıyorum. Banyo paspası kayıyor. Yeni yıkanmış. Mis gibi kokuyor banyo. Yerlerde saç var. Vay canına diyorum, fiyakalı evlerde bile kasvet oluyormuş. Ayaklarımla yaptığım anlamsız hareketler durma amaçlı olsa da beni hızlandırmaya yarıyor. Kapıya sırtımı çarpana kadar kayıyorum. Göz göze geliyoruz. Beni görünce rahatlıyor. Aslına bakarsan tuvalete oturmuş biri beni görmese de rahatlıyor olabilir. Her neyse…

Sen miydin, ne işin var burada, beni korkuttun gibi cümleleri söyledikten sonra ayağa kalkıyor. Gözlerimi kapatarak sempatisini kazanmayı hedefliyorum. Öyle de oluyor. Bunun bir hakaret olabileceğini de düşünüyorum. Şimdi ben desem ki, pardon ama siz öyle şeyinizi açıp karşımda ayağa dikilince ben gözlerimi alamıyorum sizden desem? Olmazdı. Kapıyı açıyor. İçeriye geçiyoruz. Ellerini yıkamıyor. Korktu kadıncağız tabii… Bir yerden hatırlıyorum. Günde yüzlerce insan görüyorsanız, şanslısınız, bu sizi yüzlerce insan tanıyor demektir. Ama günde yüzlerce insan görüyorsanız, şanssızsınız, bu sizi kimse tanımıyor demektir. Salona geçiyoruz. Koltukların üstüne çarşaf atmış. Ben de bir köşeye oturuyorum. Bazen hırsızlık yapmak için girdiğiniz evlerde yanlış anlaşılırsanız, hırsızlık yapmak için her türlü müsait ortamı elde edebilirsiniz. Kadın, tekrar banyoya gidiyor. Arada bissssssss… sesleri duyuyorum. Tek eliyle kapıyı tutarken, öteki eliyle ayağını kuruluyor. Şişman bir balerine benziyor. Karşıma oturuyor. Yalnızlıktan çok sıkıldığınızda, cebinizden telefonu çıkarıp sessizdeyken biriyle konuşur gibi yaparsınız… Ve tam o sırada telefonunuz çalar. Yalnız olmadığınıza küfretmeniz için arar biri. Kapatırsınız.

Duvarla sohbete gireceğine bana anlatıyor. “Ben de işte böyle… Mübarek cuma dedim, bir dua edeyim. Çıkma öyle birden karşıma e mi…” Olur gibilerinden kafa salladım. Ellerimi de açıp yüzüme sürecektim de abartmak istemedim. Duasını okumaya başladı. Dudakları kıpırdıyordu. Arada bazı harfler hırıltı gibi çıkıyordu ağzından. İç çektiği yerlerde, nefesini verir gibi yükseliyordu sesi. Bir garipti… İnsanın sevdikleri uzağa gidince, dua ediyordu. Aslında uzağa gidenler, kalanlar için, tez vakitte yanımıza al diye dua etse daha iyiydi. Zira dünyadan daha kötü bir yer belki de yoktu.

Kalbim, rayından fırlamış tren gibiydi. Sanki tren, rayından fırlamıştı da rokete dönmüştü. Az sonra yere inecek, uçuşu başarısızlıkla gerçekleştirecek ve birkaç insanın canına mal olacaktı. Göğsüme vura vura kapıdan çıktım. Göğsüme vura vura kapıdan çıkmam garip karşılanmadı. İnsanlar, şaşırmaya başladıktan sonra, ölmeye de başlıyorlar. İşte eve gelmiş. Uyumamış, beni beklemiş. Yatağının köşesinde öyle duruyor. Sesimi duyar duymaz bana doğru dönüyor. Gözleri daima yukarıya bakıyor. Test kitaplarında geleceğe güvenle bakan çocuklar gibi. Titriyor gözleri hep… Ama geleceğe güvenle falan baktığı yok. Zaten fotoğraftan sonra o çocuklar da geleceğe güvenle bakmıyor. Salla… Yanına geçiyorum. Uzattığı eline bakıyorum. Sağ elim dolu. Senelerdir diyorum, senden çok şey öğrendim. Çok manevra… Yedik, içtik, alkışlandık diyorum. Seninle ben bu dünyanın belki de en kötü çiftiydik diyorum. Çünkü kimse senle benden bir kötülük geleceğini ummuyordu. Yatağın yanında yorganların üst üste konduğu sandığın üstüne zıplıyorum. Tam altımda duruyor. Başını yukarıdan hiç görmemişim diyorum. Darwin, diyorum, dostum fena yanıldın. Buna izin vermeyeceğim. Hakkımda çıkan söylentilere kulak asmayacağım. Gelişimimi tamamladığımda adam olmayacağım ben de.
Darwin, sevgili dostum… Sana inanıyorum, ama evrime değil. Ya Allah, diye atlıyorsam şimdi kör patronumun üstüne, bu benim dünyaya hediyemdir. Demek, öteki dünyada da cehennem var Darwin, eh ne anladım ben bu işten? Bırak burası, bizim olsun. Şimdilik insan olmak, gelmiyor içimden.