Son örneklerini Norveç’te ve ABD’de gördüğümüz, bir seferde çok sayıda insanı öldüren katillere ilişkin haberlerde, genellikle bu kişilerin ruh sağlığında ciddi bir bozukluk olduğu belirtilir. Psikiyatrların tedavisini üstlendiği ruh sağlığı bozuk olarak tanımlanan insanlar ise, ruh sağlığını düzeltme tedavisi almayanlara (herhalde bu gruba normal demeyeceksiniz!) göre daha fazla suç işlemedikleri gibi, insan öldürme gibi suçları daha az işlemekteler. Peki, akıllı işi gözükmeyen bu cinayetleri yapanlar kendilerini nasıl temize çıkartmaya çalışıyorlar? ‘Ruh sağlığım bozuk’ diyerek. Batman filminin seyircilerini öldüren kişinin nörobilim alanında doktora yapmışlığı var; bir süredir bir psikiyatr ile görüşmekteymiş. Peki, sizce akli dengesi olmadığı ya da bu dengeyi kaybettiği için mi bütün bu olaylar oldu? Adli psikiyatri alanında uzman olan meslekdaşlarımızın uygun cevabı verecekleri bu soruyu atlayarak başka bir soru sorayım: Ruh sağlığımızda bir bozulma olduğunda, bunun beynimizin işleyişinde bir aksama sonucu olduğu söyleniyor; o zaman, ben ruh sağlığım bozukken bir suç işlersem, beynimin yol açtığı bir eylem yapmış olmaz mıyım? Suçu ben değil, beynim işlemiş, tetiği çeken elimi beynim harekete geçirmiş olmaz mı?
Üstünde düşünmeye değer bir soru; suça ilişkin konularda en belirgin biçimiyle ortaya çıkan bir ikilemi yansıtıyor.
Beynimizin ve ruhumuzun yol açtığı ayrı süreçler yok; sanki bu iki kavram birbirinden bağımsızmış gibi düşündüğümüzde, bazı karar ve eylemleri (‘isteyerek’ olanlar) psikolojik, bazı karar ve eylemleri ise (‘İstemeyerek’ olanlar) biyolojik, beyinsel olarak nitelendirmek kaçınılmaz oluyor.
O zaman bazı temel gerçekleri hatırlamak işimize yarayabilir.
Psikolojik olup da beyinsel bir karşılığı olmayan bir durum yok.
Her psikolojik durum için bir beyin aktivitesi ya da bölgesi de yok (tam tersi de doğru). Bir psikolojik durumu birden çok beyin aktivitesi yaratabilir. Örneğin, beynin sol ön bölgesindeki bir tümör, doğum kontrol hapı ve bir yakınımızın ölümünde ihmalimiz olduğunu düşünmek gibi biribirinden çok farklı durumlarda ortaya aynı klinik tablo (depresyon) çıkabilir. Aynı biyolojik faaliyet farklı durumlarda iki ayrı psikolojik tabloyu da doğurabilir. Genelde depresyonla ilişkilendirilen doğum kontrol hapı kullanımı ya da tiroid hormonu dalgalanmaları ailevi-genetik yatkınlığı olan birisinde mani tablosunu tetikleyebilir.
Üstelik, bir durum (X hastalığı sebebiyle değişen/bozulan beyin işleyişi) o suçun işlenmesinde bir pay sahibidir, diyebilmemiz için X hastalığına sahip bireylerin önemli bölümünün bu tip bir suç işlemiş olduğunu görmemiz gerekir. X hastalığı olanların % 1’i cinayet işlemiştir demekle, % 60’ı işlemiştir demek arasındaki fark şu: oran yükseldikçe, suçun hastalığa bağlanabilme olasılığı artar. Ama ‘beynim bozuk, o yüzden suç işledim’ diyebilmek için, olasılık dışında, beyindeki aksaklığın eylemle ilgisini kurabilmek de gerekir.
Beynimizin işleyişi ile ortaya çıkan (ve çıkmayan) duygu, dürtü ve düşünceler sonucunda gerçekleştirdiğimiz eylemler, beynimiz olmadan ortaya çıkmayacaklardır. Ancak beynimizin varlığı hangi eylemin gerçekleşeceğini tek başına belirlemez. Olası sayısız eylemden hangisini gerçekleştirdiğimiz beynimizin ötesinde, beynin ürünü olan akıl/zihnin seçimini yansıtır. Bu seçimi imkansızlaştıran, seçeneksiz durumlar ortaya çıkartan bir ruhsal bozukluk olup olmadığını, katilin eylemlerinin bununla ilişkilendirilip ilişkilendirilemeyeceğini göreceğiz. Beyin bilimlerindeki gelişmeler neyi nasıl yaptığımızı açıklasa da, neden yaptığımızı anlayabilmemiz için bir insanı, içinde yaşadığı hayatı ve taşıdığı geçmişi ile tanımamız gerekir. Bir makale yazabilmek için kalem-kağıt ve bir alfabe gerekli. Ancak, ortaya çıkan yazıdan alfabemiz ya da kullandığımız kalem-kağıt ne kadar sorumlu ise, beyin işlevlerimiz de yaşamayı seçtiklerimizden, yaptıklarımızdan o ölçüde sorumlu.

Zorbalığı yanlış yerde aramak
Okul dönemi bitmeden bir okulun danışmanları ile telefonda konuşuyorum. Konu, okulda sağa sola saldırdığı söylenen 8 yaşındaki kız çocuğu. Çevre için tehlike oluşturduğunu belirtiyorlar. Saldırganlık tehlikeli sonuçlar doğurabilir, aynı kanıdayım; ancak bir çocuk için yaptığımız değerlendirmede çocuğun gelişimini henüz tamamlamamış bir varlık olduğunu akılda tutmalıyız. Henüz gelişmemiş ya da gelişimi bir bozukluk sebebiyle gecikmiş ya da yolunu şaşırmış olan bir çocukta, kendisinin değil beyninin devrede olduğunu söylemek mümkün. Çocuğun ‘kendisi’ henüz tamamlanmamış bir inşaat gibi… Her çocuğun farklı sürat ve niteliklerde gerçekleştirdiği bir yapım süreci. ‘Problem var’ denilen durumlarda, sürecin sürati ve verimliliği ciddi biçimde düşmüş, gelişimi daha da engelleyici olmuş sayılabilir.
Okuldaki duruma dönersek. Benim izlenimim, çocuğun saldırgan yapıda olmasından ziyade, tepkilerini kontrol edemezliği. Bu sebeple de zorbalık hedefi oluyor. Telefondaki danışman, ‘nasıl olur, herkese şiddet uygulayıp, kovalayan o çocuk’ diyor.
Açıklamam şu: Çevresindekilerin niyetlerini doğru okumayı beceremiyor. O anın dışına çıkarak durumu değerlendirmeyi henüz yapamıyor. Çocuğu kızdırıp peşlerinden koşturtanların istediğini yapmaktan (yanlış okuduğu verilerle aşırı hareketlenen dürtülerini de kontrol edemediği için) kendisini alamıyor.  Bu durumun tanısal adı, Asperger sendromu.
Çocuğun beyin gelişimindeki kusurların ürünü olan rahatsızlığının parçası olan özellikleri var. Bu özelliklerden, bilhassa dış etkilere açıklığı, dış dünyada olanbiteni yeterince ayırd edemezliği ve tepkisini kontrol edemezliği bir araya gelince, okullardaki zorbaların oyuncağı olabiliyor.
Problem durumu ele alırken, saldırganlığı kimin başlattığına sınırlı kalmamak gerek. Daha ziyade bu çocuğun bir gelişimsel zaafından yararlanılması, ve bu zaaf sebebiyle ortada olan güç asimetrisinin sonuna kadar kullanılması. Zorbalık bu özünde: Bir güç asimetrisi (sayı, cüsse, psikolojik gelişmişlik farkları) var ve olan bitene bu asimetri yön veriyor. Yoksa, okul bahçesinde oradan oraya beyhude ve perişan biçimde koşturarak, onlarca çocuğa ‘şiddet uygulama’yan asıl kurbanı zorba olarak tanımlayıvermek işten bile değil. Asperger sendromu ya da başka gelişimsel sorunları olan hemen her çocuk ayrımcılık ya da zorbalık ile karşılaşabiliyor; o nedenle zorbalığa maruz kalmayı çocukların bir kendi seçimi değil, beyinlerinin ve zihinlerinin bir ürünü, kendi yapmadıkları bir durum olarak görmeliyiz (yazının ilk bölümündeki durumun tam tersi olarak).
Yetişkin yaşta, özellikle dürtü kontrolunu ve sosyal durumları değerlendirme yetisini biraz olsun kazandığında, aynı durum nasıl değerlendirilmeli? Güç asimetrisi var ise, benzer bir bakış uygulayabiliriz. Ancak, kişinin yetilerinin bir çocuktan daha farklı olması, ‘beyninin mi, kendisinin mi sorumlu olduğu’ sorusuna (yine çocuktaki durumdan farklı olarak) birden çok cevap bulmamızı doğuracaktır.