Bu yüksek katsayılı “ego” bizim için her zaman sorun oluyor.

Bastırılmış şekilde kullanılmaya bekleyen pozisyondan ne zaman yetki sahibi olununca açık pozisyona geçip işbaşı yapıyor.

Alınan kararlardaki egonun etkisi; “yanlış” yapma hakkı saklı kalmak kaydıyla kendisini gösterir.

Bu teknik direktörlerde de çok sık rastlanılan bir durumdur. Aslında “vaka” olarak incelenmesi gereğinden tutumdur.

Dışavurum şekli ise “ben yaptım oldu” tarzı bir hal alır.

Özellikle başarısız sonuçlardan sonra ortaya çıkan gerçek; yapılan hataların dinamiklerini bir kenara bırakarak, ego üzerinden bir takım savunma mekanizmaları gerçekleştirerek, işin geçeğinden uzaklaşmasına neden olmaktadır.

Her hatanın bir gerekçesi vardır, mühim olan bunu yakalamak ve üzerine gitmektir.

Ama…

“Ben yapmalıyım…” ile işe başlamak; analizlerin tüm parçalarının doğru şekilde tespitini ve dinamiklerin doğru kullanılmasına neden olur.

Hollanda maçı çok iyi örnek…

Bugüne kadar yapılan tüm grup maçlarında Ulusal Takım, Fatih Terim’in kendi dizaynı ile ilgili tasarrufları çerçevesinde oynamaya çalıştı.

Kendi dizaynı derken; rakip takımın tüm özelliklerini ve prensiplerini yüzeysel olarak inceleyip, kendi iç dünyasına dönmesinden bahsetmek istedim.

“Ben yaptım oldu”.

Kendi taktik anlayışı,

Kendi oyuncu seçimi…

Maç içinde ortaya çıkacak farklılıklara cevap vermedeki sıkıntılar maçı kaybetmesine veya puan kayıplarına neden olmuştu.

İşte Hollanda maçı bunların dışında kalan ve “ben bunu yapmalıyım” demesini sağlayan bir pozisyona itti Fatih Terim’i.

Gerçi puan durumu ve kayıplar artık egonun pozisyon almasını bırakın, kelime olarak ortalarda dolaşmasına izin vermeyecek durumda.

Robben ve Van Persie’nin oynamaması avantaj olmakla beraber, total oyun anlayışı ve yüksek pas yüzdesi ile oynamasındaki kurgunun değişmeyeceği bir gerçekti.

İspanya ve Hollanda’nın pas yüzdesi yüksek oyunundaki amaç; bir dakikanın üstündeki pas oyunundaki baskı rakibi agresifleştirip, oyun disiplininden uzaklaşmasına ve açık vermesine neden olmaktadır.

Özellikle bu kurguda erken gol bulunduğunda farkı yakalamak çok kolay olur.

İşte bu anlayış karşısında Terim, ciddi önlem alarak; tüm takımı ikinci bölgede topun arkasında ve yüksek iradeyle oyunun içinde tutmayı başardı.

Bu savunma prensibinin özelliklerini koruyarak, karşı ataktaki başarılı kurgusu neredeyse maçı kazanmasını sağlayacaktı.

Oyuncu seçimi ve taktik anlayışını rakibin tüm özelliklerini analiz ederek sahaya yansıttı.

Bu Terim için neredeyse bir ilk oldu.

Ego dipfrize girince her şey farklı oluyor, bunun için her şeyi kaybetme noktasına gelmek mi gerekiyor anlamıyorum?

Umarım tek maçlık bir tepki değildir bu tutum.

Ulusal Takım ülkeye ait bir takımdır, bunu kimse kişiselleştiremez ve burası birkaç futbolcunun da özel hareket alanı hiç değildir.

Aksi taktirde herkes de Ulusal Takım karşısında tutumunu özelleştirir.

Kimsenin buna kızma hakkı olamaz.

Ulusal Takım kimsenin babasının çiftliği değildir.