Biz yedi kardeştik, sene geçen yüzyılın yetmiş sekizi, en küçüğümüz annemizin karnına düşmemiş, en büyüğümüzün bıyıkları yeni terlemiş. Bir nisan günüydü, karlar dağlardan yeni çekilmiş, soğuklarsa sadece geceleri, eski tahta kapılar önünde son devriyelerdeydi. Gün ışıdı, bin yıldır duadan başka bir yerde adını duymadığımız oli’nin tiji geldi, balkonumuzdaki camımızın buharını söndürdü, biz yedi kardeş uyandık.

Aralarında birer ikişer yaş olan çocuklardık, yer döşeğinde yan yana dizili, talebeler okula, küçükler kahvaltıya geçecek. Gözlerimizi açtık, babamızı gördük, kuzinenin başına çömelmiş, inliyor, yok gülüyor, hayır basbayağı anlıyor. Koyu kırmızı kuzinenin üstünde bir çaydanlık var, gürlüyor, bir yandan da içindeki su kaynıyor. Bir baba ağlıyor, bir çaydanlık gürlüyor. Arada bir Sey Bakıl, bize bakıyor, korkmayın diyor, ağlamasına kaldığı yerden devam ediyor. Bize çok uzak bir ülkede, Pakistan’ın Rawalpindi denen hiç duymadığımız bir şehrinde, devlet başkanı Zülfikâr Ali Butto, sabaha karşı ve ansızın idam edilmiş. Sabah ajans haberlerinde ilk duyurulanmış Zülfikâr Ali Butto’nun asılması, Sey Bakıl dinlemiş, ona ağlıyor. O yağmurlu nisan sabahı, Mamekiye’de, Türkiye’de, Ortadoğu’da kaç insan ağladı, dizlerini dövdü, kaç insan yas tuttu, karalar bağladı, kaç ana, kaç baba, oğluna Zülfikâr Ali adını verdi, bilmiyorum. Benim mesela en yakın arkadaşlarımdan birinin adı Zülfikâr Ali’dir.

Zülfikâr Ali Butto, Pakistan’da Sind eyaletinde büyük toprak sahibi bir ailenin oğluydu. Evlendi, eşinin İran kökenli bir Kürt ailesinden olduğu söylenir. Bir gün bir kızı oldu, adını eşi, benzeri olmayan anlamında Bena-zir koydular, kız büyüdü, kadın oldu, annesi onu kara çarşafa koydu, bir El-Murteza yolculuğuydu, Bena-zir çarşaf içindeydi, baba Butto kızının çarşafını çıkardı, onu kıyafetiyle değil, aklıyla ve karakteriyle yargılasınlar, dedi. Bena-zir yıllar sonra yayınlayacağı anılarında, böylece ben gri yaşamdan kurtulan ilk Butto oldum, diyecekti.



Bena-zir varlıklı bir ailenin, işte böyle aydın bir babanın çocuğuydu, Harvard ve Oxford’da okudu, sosyal pek çok işe el attı, öğrenci liderliği de dahil, başardı da, ama yaşamı İndüs nehri kenarındaydı, bu nehir Pakistan’da değil, üç ülkede birden akar, üç bin üç yüz kilometre yol dolanır. Bena-zir de biraz bu nehir gibidir, Amerika’dan yoksul Pakistan’a uzanır kısacık ömrü. Amerika yılları, cinsiyeti yüzünden engellenmemiş kadınlardan oluşan bir denizde yüzmektir.

O yolculukta, kızına giydirilmiş çarşafı çıkaran, kızını yalnızca aklıyla var eden baba asıldığında, Zülfikâr adı o nisan sabahı tüm dünyayı gezmedi mi, dört dağ arasında doğan, Dicle ve Fırat’a akan, oradan Kerbela’yı varan, Türkiye, Kürdistan, Irak, sınır şindor demeden, üç ülke birden gören Munzur’un kenarındaki o eski tahta kapılı evde, bir babayı mesela ağlatmadı mı. İndüs ve Munzur gibi, kızın kaderi ve yolculuğu babasına benzeyecekti, çok uzun geçmeden. Bena-zir iple değil, bir kurşunla, öleceğini bile bile gittiği bir mitingte öldürülecek, Pakistan hâlâ çıkamadığı bir karanlığa gömülecekti.

Zülfikâr Ali Butto öldürüldü, Pakistan bizim darbecinin en samimi arkadaşı Ziya Ül Hak’a teslim oldu, Bena-zir kurşunlandı, Pakistan zifiri karanlığa adım attı. Kadının adı siyasetten, hayattan, çarşıdan, sokaktan çekildi. Taliban’lı, El Kaideli, IŞİD’li, El Nusralı bir dönem başladı, Pakistan’dan Irak’a, Rawalpindi’den Suruç’a, oradan Paris’e.

Kadın artık sadece kafesler içinde, köle pazarlarında, fiyat bile biçmiş sakallı tecavüzcü IŞİD’çiler, İslam toplumunda bir yeri yok kadının kızın, adı silindi sanki dünyadan, Bena-zir de sanki hiç gelmemiş âleme, herhangi bir Müslüman ülkede bir kadının devlet başkanı olması kim bilir hangi bahara kaldı. Siyasal İslamcılar Ortadoğu’yla da yetinmediler, ta Almanya’da Noel gecesinde kadınları kitlesel taciz ediyorlar, orada da Bena-zirlere hayatı zından etmeye yemin etmişler. Bu karanlık çağda babasının akıllı, cesur, yiğit kızı Bena-zir değil sadece, Bena-zir’i sekiz yıl boyunca topladığı belgelerle, dinlediği masallarla yazan, bizlere tanıtan Yaşar Seyman yazdırdı bu yazıyı bana. Bena-zir’e saygıyla olsun, bu güzel, bu cesur kadının önünde içten eğilerek olsun.