Fatih Portakal, “Yok artık” diyerek Emin Çölaşan ve Necati Doğru’nun “FETÖ” ile ilişkilendirilmesine, haklarında 15 yıla kadar hapis istenmesine tepki gösterirken; “Yarın beni de alırlar, sizi de alırlar, herkesi alabilirler” dediğinde, aslında kendini iktidar yandaşı hissetmeyen bütün vatandaşların hislerine tercüman oluyordu.

Sadece vatandaşların da değil; Türkiye ile az çok ilgili yabancıların da… Çölaşan ve Doğru’nun “FETÖ” ile ilişkilendirildiği haberlerini okuyan bazı Avrupalıların da aynı tepkiyi verdiğine tanık oldum: “İnanılmaz, yok artık!”

Öyle ya; “Şekil olarak FETÖ’ye karşı olmak, ağır şekilde eleştirmek, örgütle davalı ya da davacı olmanın, hatta açıkça hakaret etmenin başlı başına FETÖ’yü desteklememek ya da esasta FETÖ’cü olmamak sonucunu doğurmayacağı”nı iddia edebilen iddianameler hazırlanabildiğine göre, “hasmınızın dostu ve destekçisi” olmaktan yargılanıp mahkum da edilebilirsiniz.

Bugün birileri Çölaşan ve Doğru hakkında bile onları Fethullah’la ilişkilendiren iddianameler hazırlayabiliyorsa, yarın başkalarının ya da o aynı birilerinin AKP’ye uzaktan yakından bulaşmış herkesi “FETÖ”den mahkum etmesi işten bile değil!

Memlekete öylesi bir cadı avı havası hakim olmaya başladı ki, işte ekranlardan bir parça eleştirel ses çıkaran F. Portakal gibi son gazetecileri de susturmak için kazan kaynatılıyor. Ortam tıpkı Ergenekon, Balyoz davaları öncesine benziyor; ağzını biraz açan damgalanıp “darbecilik”le suçlanarak hedef tahtasına oturtuluyor.

Darbecilikle ya da desteklediğinizi iddia ettikleri yapıyla uzaktan yakından ilişkinizin olmaması, hatta bütün ömrünüzün o yapıyla mücadele etmekle geçmiş olması da bir şey ifade etmiyor.

Yandaş değilseniz, susmalısınız! Yoksa, en hafifinden, “… örgüte üye olmamakla birlikte, bilerek isteyerek destek olmaktan” parmaklıklar ardına gönderilip susturulabilirsiniz.

Öte yandan, “örgüte bilerek isteyerek destek” olduğuna dair hakkında çok sayıda kanıt bulunanlar, o kanıtlar “örgüt üyeliğine” işaret edecek kadar güçlü bile olsa, şimdi yandaşsa el üstünde tutuluyorlar. Sonra, gelsin medyanın başköşeleri, milletvekilliği ve belediye başkanlığı adaylıkları…

Biz de, Nuri’yle birlikte, “Sırrı’yı içerde ziyaret edebilir miyiz?” diye dert ediyoruz. Mamak’tan arkadaşımız, birlikte yatmışız, ama tam da Mamak günlerinde olduğu gibi, “soyadımız tutmadığından” görüştürmezler mi diye düşünüyoruz.
İşte Sırrı Süreyya Önder! Milletvekiliyken yaptıkları, söyledikleri nedeniyle cezaevinde…

Dün onunla aynı şeyleri söyleyen, söylediklerini “barış için” diye alkışlayan, Dolmabahçe’de birlikte poz verenler, iktidar oldukları için suçsuz! Sırrı suçlu!

Dün, Sırrı’nın yapıp söylediklerinde onunla birlikte olan, bakan sıfatıyla; “Bir savcı çıkıp ‘Siz niye Türkiye’ye barışı getirmeye çalışıyorsunuz?’ diye hesap mı soracaktır. Bu suçsa ben bu suçu işliyorum” diyenler dışarıda ve iktidar, Sırrı içeride!

Çölaşan ve Doğru’nun “FETÖ’yle ilişkili” olduğuna, üye olmasa da “bilerek isteyerek örgüte destek” verdiğine, bunu iddia edenlerin bile inandığını sanmam.

Bütün bunlar, son zamanlarda peş peşe gelen Gezi davaları, 31 Mart yerel seçimleriyle de ilgili.

Seçimin olası sonucundan korkan iktidar, muhaliflerini terörize edip korkutarak, “Yarın beni de alırlar, sizi de alırlar, herkesi alabilirler” duygusunu hakim kılarak, korktuğu sonucu engellemeye çalışıyor.

Tarih, muhaliflere “Korkunun düşüncesinin korkunun kendisinden daha korkunç olduğunu” öğreteli çok oldu. Korkutanlar en çok korkanlardır; varsın onlar korksunlar!