Sözcüklerden güç aldığını söyleyen şair Duran Aydın, ‘Sonra Sesin Reyhan’ isimli kitabıyla okur karşısında. Sanatın yoksunluktan kurtardığını belirten Aydın, şiirin toplumsal duyarlılığı bileylediğini, düşünsel zenginliğe kavuşturduğunu belirtiyor

Beni şiir kurtardı

KADİR İNCESU

Bir yazısında, “Şiir insanı korur mu?” diye soruyor ve “Korurmuş” dedikten sonra ekliyor şair Duran Aydın: “Yaşayarak gördüm ben bunu. Dünyanın kiri-pası, çamuru-çirkefi bulaşmazmış şiirle yıkadın mı yüreğini… Edebiyatın karasularında beynimi, gözlerimi yumsaydım tayyareden bir hayat nasıl da bilinmez karanlıklarında öğütür yutardı beni; nasıl da…” Şiirleri, ‘kanayan her yaradan armağan’ Duran Aydın ile seçme şiirlerinin yer aldığı Yazılı Kâğıt Yayınları tarafından yayımlanan ‘Sonra Sesin Reyhan’ üzerine konuştuk.

>> Öğreniminizi yarım bıraktıran, sizi şiire yönelten etkenler nelerdi?

Şiirle hısım çıktığım yıllar, bir kitle sanatı olarak özellikle sinema ve müziğin de hayatımızı derinden sarsan büyüsüne kapıldığım çocukluk dönemlerime rastlar. Dahası, ortaokul sıralarında öğretmenlerimizin yönlendirmesiyle okuduğum birçok kitabın etki seline kapılıp şiir ve kısa öykülerin kıyılarında buldum kendimi. Böylelikle dibine kadar yaşadığımız yoksunluk ve yoksulluktan kurtulabileceğimizi düşünmeye başlamıştım; yanılmamışım! Ekonomik altyapımızı değiştiremese de toplumsal duyarlığımı bileylediğini, düşünsel zenginliğe olabildiğince şiirle ulaştığımı düşünüyorum.

Edebiyatın kanıma girdiği o yıllar, dünyadaki ‘68 rüzgârı’nın fırtınasıyla Türkiye de derinden sarsılıyordu.12 Mart’ın ağır bedeller ödendiği günlerinde ‘Üç fidan/Üç idam’ olayından etkilenmiş ortaokul öğrencisi bir çocuk düşünün; yoksulluğun ağır ve acı dumanıyla boğulmaktayken kendini edebiyatın sağaltıcı kollarında buluyor. Öğrenimimin Adana Erkek Lisesi Akşam Okulu’nun ikinci sınıfındayken son bulmasıyla inşaatlarda bir ömür sürecek işçiliğim de başlamış oldu. 2004’te emekli olduktan sonra da üç yıl öncesine kadar ekmeğimi gerçekten “taştan çıkarıyor”, karo-fayans döşeme ustalığı yapıyordum. O zor yılları, Ahmet Erhan’ın söylediği gibi “Bugün de ölmedim anne!” diyerek bütün sevinçlerimizi erteleye erteleye yaşadık. Yaşamın yükünü alan ikiz sevdam okumak ve yazmaktır. Şimdilerde de böyle. Beni şiir kurtardı.

SÖZCÜKLERİMDEN GÜÇ ALIYORUM

>> “Hiç mi güzel, gülümseten, içini ışıtan hoş yanları olmadı hayatlarımızın?” diye kendi cümlelerinizle sorsam, yanıtın “Harfler, sözcükler, cümleler kedere belenmiş de olsalar her anı güzel, hoş, gülümsenecek ve bizden başkasına ait olmayan ‘kendi’ hayatlarımızla yüz yüze gelmemizi sağlamış” olacaktır. Yazdığınız her sözcükte kendinizle bir hesaplaşma yaşıyor musunuz?

Bu sorunuzu sanmam ki yeryüzünde hiçbir sanatçı “Hayır, benim derdim başkaları, ben değilim!” biçiminde yanıtlasın. Çağından kendisini de sorumlu sayan şairin bitmeyen iç savaşı hiçbir zaman yakasından düşmez; yazdıklarının öznesi yaşadıkları ve gözlemledikleridir çünkü. Kendi adıma, böylesi bir hesaplaşmada, yazdığım sürece sorumlu olduğum sözcüklerimden güç aldığımı söyleyebilirim. Onları elden geldiğince yormamaya özen gösteriyorum.

beni-siir-kurtardi-700403-1.

>> Kitabınızın kapak tasarımı da içeriğine uygun gibi. Ölüm, karamsarlık… “Anımsarım hiç gelmezdi bizim eve bahar” dizenizde olduğu gibi…

1940 Toplumcu-Gerçekçi şairleri kuşağından Mehmed Kemal’in o çok bilinen kitabının adı “Acılı Kuşak”tı. Ufkun hep karanlık ve yaşlı bir sis içinde olduğu gerçeğinden etkilenmek sonuçta “insan” olan şairleri de kapsayacaktı. Son yüz yıl dahil her dönemde kıyımlardan kendini sakınmak şöyle dursun, ateşin tam ortasına dalan sanatçının zaman zaman karamsarlığa düşmesini anlamak gerekir.

Değil mi ki zorba gücün bir balyoz gibi aydınların, sanatçıların kafasına indiği dönemlerde şair ve yazarlar ‘yangından ilk kurtulamayanlar’ olagelmiştir. Yine de yananların kıvılcımıyla karanlığın delineceği umudunu yüreğimde yaşatıyorum. “Acılı Kuşak” edebiyatımızın bütün dönemlerinde var olmaya devam ediyor hâlâ.

YEREL SÖZCÜKLER BİR MİRASTIR

>> Anılarınız ve düzyazılarınızda yerel sözcükler, söyleyişler öne çıkıyor. Şiirlerinizde -nedense- göremediğimiz bu durumun yazılarınıza olan etkisi üzerine neler söylemek istersiniz?

2015’te Heyamola ve 2016’da NotaBene Yayınları’ndan çıkan iki anlatı kitabım ‘Hergele Yolu’ ve ‘Kirekör’ adlarını taşıyordu. Her iki kitapta da doğup büyüdüğüm Adana/Çukurova eksenli yerel sözcükleri ağırlıklı olarak kullandım. Örneğin ‘Kirekör’ sözcüğünü ele alacak olursak, bunun “kire-kör” yani kiri göstermeyen bir renk, ‘gri’nin tanımı olduğunu anlarız. Buna benzer irişkin, helke, zibil, deblek, çingil, allöş, fallik, curun, ortalığı elli altıya vermek gibi daha birçok yerel sözcüğü yazılarıma serpiştirdiğim görülür. Şiirde ise bu kadar özgür olunamayacağını düşünüp çok azını yapabildim. Daha da öteye geçip son aylarda yazdığım haikularda bile bu yerel sözcüklerden birkaçını kullanınca, gelen eleştiriler sonucu kullanmama kararı aldım. Curun, arı sili yıkamak, cımcılık olmak şiirlerimde kullandıklarımdan birkaçı. Yerel sözcüklerin kimilerini kullanmanın, miras olarak algılanmasını dilerim.

>> Yazının gerçeğiyle hayatın gerçeği nasıl bir etkileşim içerisinde?

Yazıdaki kurmaca hayatın karmaşasına baskın çıkıyor desem, sanırım yanlış bir söz etmiş olmam. Sokağın dayattığı yaşam biçiminin yazarın masa başındaki yaratıcılığıyla kontrol altına alındığını düşünüyorum. Yapıtıyla yazarı arasındaki kan bağı, yazara hayattan kopuk sözler etmemeyi emrediyor.

>> 1979 yılında Koza dergisini çıkardınız arkadaşlarınızla birlikte. Dergicilik de şiir gibi bir tutku olarak devam ediyor Yaşam Sanat ile…

Sevgili Kadir İncesu, bu son soruyu sormasaydın söyleşi kanatsız kalacaktı, inan. Bunun için ayrıca teşekkür ediyorum. Çünkü benim edebiyattaki maceram dergiciliğimle atbaşı gitmiştir. Henüz 17 yaşımdayken benden yaşça büyük Ali Sönmez, Salih Bolat, Ahmet Fazıl Göktuğ gibi şair ve yazarların çömezi olarak ilk deneyimimi yaşadım. Ardından 1979’da Koza,1983’te Akdeniz, 1995’te Söylem, 2010’da Turunç, 2012’de Çağdaş Yaşam ve Mart/Nisan 2020’de 46. sayısı çıkacak olan Yaşam Sanat’la dergiciliğim süregeldi. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Dergilerle öğrendim Türkçede titizlenmeyi.