Bu yazıyı bir haftalık tatilimin son gününde yazıyorum. Sosyal medyadan pek kaçabildiğim söylenemez ama haber okumamaya özellikle dikkat ettim. Bu sayede temiz kafayla üç kitap bitirdim. Plaja bir tomar gazeteyle gidilen ve gazeteyi uçuşturduğu için esen rüzgara küfredilen çocukluğumun, hatta ilk gençliğimin yaz tatillerini düşününce bu biraz tuhaf geldi. O zamanlar tatilin anlamı gazete okumak […]

Bu yazıyı bir haftalık tatilimin son gününde yazıyorum. Sosyal medyadan pek kaçabildiğim söylenemez ama haber okumamaya özellikle dikkat ettim. Bu sayede temiz kafayla üç kitap bitirdim. Plaja bir tomar gazeteyle gidilen ve gazeteyi uçuşturduğu için esen rüzgara küfredilen çocukluğumun, hatta ilk gençliğimin yaz tatillerini düşününce bu biraz tuhaf geldi. O zamanlar tatilin anlamı gazete okumak için daha fazla zamana sahip olmaktı ve bu bir keyifti. Yıllık tatili bir kenara bırakın, pazar günleri bile bir gazete okuma şöleniyle başlardı. Ne olmuştu da böyle bir noktaya varmıştık. Bu Türkiye’ye özgü bir yılgınlık mı, yoksa dünyada da yansımaları var mı, haberden kaçınmakla kötü bir şey mi yapıyoruz? Bu haftaki Köşe Vuruşu’nun soruları bunlar olsun.

SORUN KÜRESEL

“Haberden kaçınma” şeklinde adı koyulan olgu bize özgü bir sorun değil. Reuters’in 2019 Dijital Haberler Raporu’na göre haber tüketmekten en çok kaçınan ikinci ülke Türkiye olsa da bütün dünyada “haberden kaçınma” olgusu var. Öyle ki 2019’da dünya genelinde haber tüketiminden kaçınma yüzde 32 artış göstermiş. Yani bizim seçim tekrarlı, kutuplaşmalı, atışmalı nev-i şahsına münhasır gündemimizin ötesinde küresel bir haber bıkkınlığıyla karşı karşıyayız.

HABER “İYİ” GELMİYOR

Haberden kaçınmanın en önemli nedenleri arasında ilk akla gelenler sahte haberin yaygınlığı ve medya kuruluşlarına güvensizlik olsa da fazlası var. NiemanLab’de Joshua Benton’un okuyucu yorumlarından yola çıkarak yazdığı makaleye (Why do some people avoid news? Because they don’t trust us — or because they don’t think we add value to their lives? – 17 Haziran 2019)  göre; “haberler ruh halimi olumsuz etkileyebilir” faktörü, “haberlerin gerçekliğine güvenmiyorum” faktöründen daha önemli bir kaçınma nedeni olabilir.  Gerçekten de yakından bakınca, günümüz haberciliğinin mantığı, genellikle kötü gelişmeleri sansasyonel başlıklarla sunmaya dayanıyor. Bu da bir süre sonra bıkkınlıkla birlikte “öğrenilmiş çaresizliğe” varan tepkiler yaratıyor.

BU KADAR HABERE İHTİYAÇ VAR MI?

“Peki bu hep böyle değil miydi?” Sorusu akla gelebilir. Haberlerin mantığı geçmişte de genellikle olumsuzluklar üzerinden  gitse de iki nedenle farklıydı. Birincisi; haberin rakibi haberdi, sosyal medya akışımızdaki gibi önemli bir haberle komik kedi videosu veya bir Youtuber’ın sulu şakası yarışmıyordu. Dolayısıyla haberi o akışta daha dikkat çekici yapmak için olduğundan daha sansasyonel sunmaya lüzum yoktu. Tamamlanmayan haber, yol üstünde tamamlarız veya okuyucunun hayal gücüne bırakırız mantığıyla yayına çıkarılmazdı. İkincisi; 1980’ler ve 1990’ların ilk yarısında geçen çocukluğumdan net olarak hatırladığım bir şey var. Eve sabahtan gazete alınır ve gerisi için babamın “Ajans” dediği TRT’nin akşam saat sekizde başlayan ana haber bülteni beklenirdi. Ne şimdiki gibi sürekli önümüzden haber akmasına ihtiyacımız, ne de haber kanallarında olduğu gibi saat başı haber izlemek için bir nedenimiz vardı. Dünyada olup bitenden yine yeteri kadar haberdar oluyorduk.

KAÇMAYA HAKKINIZ VAR

Bir haftalık tatilde olabildiğince denesem de benim gibilerin haberden kaçınma şansı pek yok. WhatsApp’tan olsun, Twitter’dan olsun illa ki yakalanıyorum. Farklı olarak önceleri bir şeyleri kaçıracağım diye çok tedirgin oluyordum ama şu anda ki halet-i ruhiyem “önemli bir şey olursa zaten beni bulur” şeklinde. Nitekim Joshua Benton’un yukarıda bahsettiğim makalesindeki yorumlar da bu konuda yalnız olmadığımı kanıtlıyor. Tıpkı macera filmlerindeki kovalama sahnelerinde söylendiği gibi “Beni tanıdılar” ama “siz kaçın kendinizi kurtarın, kurtarabildiğiniz kadar.” Yaygın medya, farklılaşmanın tek yolunun daha sansasyonel olmaktan geçtiğini düşündükçe, çözüm gazeteciliğine (bkz. Bu köşede yayımlanan 22 Temmuz 2018 tarihli Çözüm Gazeteciliğine var mıyız? başlıklı yazı)  kafa yorulmadıkça, “yavaş gazetecilik” konusunda tatmin edici örnekler sunulmadıkça kaçmaya hakkınız var.