Adı belki tanıdık gelmeyecek. Ancak içler acıtan hikâyesini belki duydunuz.

Adı belki tanıdık gelmeyecek. Ancak içler acıtan hikâyesini belki duydunuz.  ‘Sarah Saartjie Baartman’ gerçek adıyla  ‘Sawtche’, Avrupalıların değişiyle de ‘Hottentot Venüsü’: sömürülmüş halkın simgesi. Uygarlık tarihinin bu hikâyeden çıkartacağı bazı dersler vardır umarım…

Sahi nadir bu uygarlık ve ahlak dediğimiz şeyler? Ne kadar çelişkilerle dolu olduğunu biliyoruz bu ikisinin. Kelime olarak gayet içi dolu gözükseler de  onların içini dolduranlar biz insanlar olduğumuzdan bir yarısı hep boş bu iki kelimenin. Diğer yarısı da yalanlarla dolu. Sawtche’in  yaşamış olduğu daha doğrusu yaşamak zorunda bırakıldığı hayat , bir zamanlar bir uygarlığın dayandığı ahlakı gözler önüne seriyor. Güney Afrika’nın Khoisan kabilesinden olan bu kadının yaşamı modern Avrupalıyla karşılaştıktan sonra değişir. 1789 yılında doğan Sawtche bir baskın sonrası öksüz kalır ve kölelik yapmaya başlar. 1810 yılında  İngiliz bir doktora satılır. ‘Uygarlığa’ yolculuk  böylece başlar. O sıralarda yirmili yaşların başında olan Sawtche bir yaratık muamelesi görür. İri kalçalı ve büyük cinsel organlı olması kabilesinden gelen özelliklerdir. Avrupalıların ‘Hottentot’ adını verdikleri Khoisan kabilesi ; şehvetin sembolü olan Venüs’le birleşince takma adı orataya çıkar : ‘Hottentot Venüsü’.  Avrupa halkının  iştahını kabartan , onlardan farklı olan  vücudunu teşhir etmek için Afrika halk şarkıları söylettirilerek dans ettirilir. Para karşılığı, şaşkınlık içinde Sawtche’nin iri  kalçalarını ve cinsel organını izleyenler ona hem hakaretler savurur hem taciz ederler, kalçasının gerçek olup olmadığını anlamak için ellerindeki cisimleri ona batırırlar. Avrupalı için ‘daha aşağı bir ırktan’ olan bu insan, hatta bu ‘yaratık’ onların kendilerini daha üstün hissetmelerini sağlar. Burjuvazinin maskotu haline gelen ve hayvan muamelesi gören Sawtche İngiltere’den sonra Hollanda’ya oradan da Fransa’ya; Paris’e götürülür. Bir süre sonra da halk bu ‘garip canlı’dan sıkılır. Bunun ardından vücudu bilim adamları tarafından incelenir ve bu incelemeden yola çıkılarak Avrupa ırklarının üstünlüğü üzerine makaleler yazılır. Paris’de fahişelik yapmaya başlayan Sawtche kendini alkole verir. 1816 yılında, 27 yaşında, Paris’de ölür. Maalesef bu bile onun için felaketlerin sonu olmaz. Ölümünden bir gün bile geçmeden bedeni Napolyon’un cerrahlığını yapmış olan George Cuvier tarafından kesilir. Cinsel organı ve beyni Paris’de Musee de l’Homme’da (İnsanlık Müzesi) sergilenir. Bedeninin de içi doldurularak halka açık bir şekilde sergilenir. Üstelik 1974 yılına kadar bu dehşet devam eder! Güney Afrika 1994 yılında resmi olarak Sawtche’nin doğduğu topraklara gönderilmesini ister. Mandela, Mitterand’a bu konuyu açsa da çabaları bir şeyi değiştirmez. Fransa talepleri ‘milli koleksiyonlarının’ bir parçası olduğunu öne sürerek reddeder. 2000 yılında bu istek yeniden gündeme geldiğinde İnsanlık Müzesi utanmadan bilimsel çalışmaları gerekçe göstererek bu isteği yeniden olumsuz cevaplandırır. Sonunda yasalar değişir ve 2002 yılında vücudu teslim edilir. Ölü bedeninden arda kalan parçalar doğduğu topraklarda kabilesinin gelenekleriyle gömülur. Sawtche’nın  izlerini Victor Hugo’nun kelimelerinde ya da Abdel Kechiche ‘nin ‘Venus Noir’ında ya da Diana Ferrus’un  kendisine adadığı bir bölümünü aktarmadan edemeyeceğim şiirinde bulabilirsiniz.

…Seni kaçırmaya geldim
Didikleyen gözlerinden
karanlıkta yaşayan
insandan dönme canavarın
emperyalizmin pençeleriyle
senin bedenini parça parça kesip doğrayan
senin ruhunu Şeytanınkine benzeten
bir de kendini yegâne tanrı ilan eden!
Senin ağrılı yüreğini ferahlatmaya geldim
yorgun ruhuna kucağımı sunuyorum işte
yüzünü avuçlarımla saklayacağım
boynundaki çizgileri bir bir öpeceğim
güzelliğinle gözlerim bayram edecek
ve sana şarkı söyleyeceğim
sana huzur getirmeye geldim…