Sınıftan üç tebeşir çaldı. Soluk soluğa eve geldi. Kapıyı her zamanki gibi dedesi açtı. Banyoya girip yüzünü yıkadı. Dışarı çıkıp sokağı çizmeye başladı.

Benim adım sekiz

Ayşe Alan

Sağ cebinde sınıftan çaldığı üç kırık tebeşir var. Tozları gri okul pantolonunun cebini beyaza boyamış. Her cuma yapıyor bunu. İlk günahını yine bir cuma günü işlemiş, sonraki cumalar aynı günahın izini sürmüştü.


Yediye kadar saymayı çok iyi bilirdi. Birbirine yapışık kocaman yedi kare çizdi yere. Sonra her bir karenin içine sayıları dizdi. Aynı tespih taneleri gibi dedi içinden. Tespih taneleri de öyle dizilir ipe. Sıra sıra. Dedesinin tespihleri geldi aklına. Ne çok ilgisini çekmişti, ne çok soru sormuştu tespihlerle ilgili! Namazdan sonra çektiği tespihle kahveye giderken yanında götürdüğü tespihler farklıydı mesela. Büyüğündeki tanelerin isimleri vardı. Elhamdülillah diyordu birine. Diğerine allahüekber diyordu. Sırayla isimlerini tekrarlıyordu. Kısa tespihin tanelerine isim vermemişti ama. Onu televizyon izlerken, sohbet ederken, çayını yudumlarken çekerdi.

Bir gün yanına sokulup sormuştu. “Bu tespihin tanelerinin neden adı yok dede?” Dedesi gülümsemiş “Bu namaz için değil evladım” demişti. “Bu muhabbet için. 33 tanesi var bunun. Büyük olanın 99. Al bakalım say, kaç taneymiş.” Saydı.

O zamanlar ilk günahını işlememişti.

Hani o okuma bayramında tespih taneleri gibi dizilmişken yan yana.


Kırmızı şortu, beyaz gömleğini giymiş, elleri sımsıkı yumruk olmuş beklerken. Sıra ona gelince
“Benim adım sekiz, sek sek sekeriz” diyeceği gün henüz gelmemişti.

“Benim adım sekiz
sek sek sekeriz.”

A4 kağıdına kocaman 8 yazılmış, bir toplu iğneyle gömleğine tutturulmuştu. Üst bedeni sekiz olmuştu böylece. Birazdan yürüyen yedi ile yürüyen dokuzun arasında yerini alacaktı. Gür sesiyle veli ve öğrencilere seslenen öğretmen, gururla mini mini birlerini sunacaktı.

“Benim adım yedi, kediler eti yedi” dedi yanındaki kız. Sıra bizimkine geldi, dünya durdu. Ağzı birden kurudu, yutkunamaz olmuştu. O an dünyadaki bütün sekizler bir olup, dünyanın en büyük sekizle başlayan sonsuz sayısını oluşturmuştu. Dünyanın tüm sekizleri minik Hüseyin’in midesine çöreklenmişti. Sınıftaki veliler dikkatle dinlerken, sırasını bekleyen dokuz eliyle sekizi dürterken, öğretmeni yardıma koşup, “Evet senin adın sekiiiiizzzz” diye suflesini verirken, Hüseyin’in elleri taş kesmiş, başını öne eğmişti.

İşte o gün, o cuma günü

Sınıftan üç tebeşir çaldı. Soluk soluğa eve geldi. Kapıyı her zamanki gibi dedesi açtı. Banyoya girip yüzünü yıkadı. Dışarı çıkıp sokağı çizmeye başladı. Kim bilir kaç cuma, kaç tebeşir harcadı. Kim bilir kaç cuma, kaç çocuk sek sek sekti o sokakta. Kaldırıma oturup, ellerini yanaklarına yumuşakça dayar, saatlerce izlerdi çocukları. Ağrıyan sağ bacağını solun üstüne atardı. Karanlık basıp da dedesi pencereden seslenince, topallayarak eve girerdi.
“Tebeşirin günahı olmaz” dedi dedesi bir gün. Anlamıştı torununun çaldığını. “Tebeşirin günahı olmaz evladım. Allah topal kuluna hiç günah yazmaz.”