İkinci Dünya Savaşı’nın kasıp kavurduğu günlerde dünyayı, Çanakkale’nin Çan ilçesinin, Doğancılar köyünde...

İkinci Dünya Savaşı’nın kasıp kavurduğu günlerde dünyayı, Çanakkale’nin Çan ilçesinin, Doğancılar köyünde bir rençper ailesinin evine altı kardeşin biri olarak doğmaktır. Beş kızın tek erkeği. El bebek gül bebek büyümek diye bir şey var mıdır o günlerde. Belki. Köy Enstitü’lü Şevket Taşkın Öğretmen’in öğrencisi olmaktır o köyde. Öğretmen odasının penceresinin dibinde Savaştepe Zeybeğini, Harmandalı’nı dinlemektir onun mandolininden. Müziğe merak sarmaktır. Bulduğu her şeyden bir icat çıkarmak, kütükleri oyup bağlama yapmak, söğüt gölgelerinde tıngırtmaktır. Ve bundan böyle her vakit gittiği yere müziği ve bir müzik aletini taşımak, eğer yoksa o müzik aletini yapmak ve çalmaktır. Müziğe ve sanata iman etmektir o vakitten bu yana.

“İmam olsun, hoca olsun” diye köy imamının Kuran kursuna gönderilmek, ilk haksız tokadını yemektir orada. Ve ömür boyu bir daha güvenmemektir hacının hocanın adaletine. Din ile araya konan derin bir mesafedir. Adaletsiz olana derin bir nefret. “Okuyacağım” diye tutturmaktır, evden kaçmak, ama en sonunda ikna etmektir aileyi. Annenin sepette, samanın içinde pazara taşıdığı yumurtanın parasıdır. Ev kirasıdır. Aileden uzak fukara evlerinde üç beş genç çocuğun, dört yanından yel esen evlerde sobalarını yakma gayreti, gaz lambasının altında ders çalışmasıdır. Uzayan boy, kolu kısalıveren cekettir. Paçası kısalan pantolonu saklamaya gayret eden genç delikanlıların incinmeye hazır gururudur. Çok ders çalışmadan sınıf geçmektir zekâsına güvenip. Meydan okumadır sınıf kanunlarına. Okul birincisi olmak, coşkuyla eve götürmektir takdir belgesini. Hayatın en değerli takdirini, ana babanın onayını almak için. Onun yerine hayatı boyunca unutamayacağı cevabı almaktır fukara babadan. “Bir daha birinci olma, üst baş almak üstü düzgün olmak gerekir törenlerde”

Yatılı okulların, biteviye patates yemekleridir ömür boyu nefret edilen. Kazanılan okullar, gidilemeyen üniversiteler, derin bunalımlar, çok müzik, çok edebiyat ve yine fukaralıktır. Çareyi öğretmen olmakta bulmaktır. İyi ki de bulmaktır. Adana’nın Mağra kazasına tayin olmaktır, yolu olmayan kazaya eşek sırtında seyahattir. Memleketine, köyüne dönmektir, kendi köyünde yaşamak yan köyde öğretmenlik yapmaktır. Motosiklet sevdasıdır hem, hem yan köydeki okula gitmek için motosiklet almaktır. Evlenmek boşanmaktır. Sonra güzel gözlü bir genç kadına gönlünü kaptırmaktır. Yeniden evlenmek ve bu kadını hep ve ölesiye kıskanmaktır. Yatılı okullarda biriktirilen çilenin şeker hastalığı halinde dönmesidir geriye. Yıllar karların yolları kapatacak kadar çok yağdığı yıllardır. Şeker hastalığına meydan okuyup 10 kilometre yürüyüp karda okula gitmek öğretmenlik yapmaktır. Elde keser çekiç eski köy okulunun dökülen neyi varsa tamiri tadilatıdır, kravat takmaktan nefrettir. Yalnız müzik aletlerini değil, evde ve okulda hiçbir şeyi satın almadan baştan yapabilme becerisidir. İnsanın bütünlüğüne aklına ve yeteneğine inançtır. Matematiği beceremeyen öğrenciye mandolin çalıp, onu oynatmak gönlünü hoş etmek, kendine yeteneğine inanmasını sağlamaktır. Yüzlerce öğrenciyi tanımaya zahmet etmek, yeteneklerini, karakterlerini bilmek, onlara saygı duymak, onları yetiştirmektir. Müziği, resmi, edebiyatı, insanlığın büyük mirasını sevdirmektir onlara.

Öğretmen odasında, küçük tüpün üstünde tıkırdayan çaydanlıktır. Meslektaş rekabetinden yorgun düşmektir kimi zaman, üzülmek ve şeker komalarına teslim olmaktır. Derin bir yalnızlık duygusu da olsa derinde yaşama dört elle sarılmaktır. Kendi hayatını bir kenara koyup, çocuklarının önüne bir yaşam sermeye çalışmaktır. Ömür boyu gün yüzü görmemek, fukaralık ve politik olarak hep yenilen tarafında olmaktır. Yine de haksızlığa sıfır tahammül, adaletsizliğe derin öfke, eşitliğe derin inançtır. Binlerce mülayim yüzden biri olmaktır, aynı kaderi paylaşan kalabalıklar içinde. Yüz binlerin hayat hikâyesinden yalnız biri olmaktır. Tös’tür, Töb-Der’dir, Şahsında tüm eğitim emekçilerine gönül borcudur, her açtığımızda kapısını Eğitim-Sen’in. Başının belası ne olursa olsun sana açık kapıdır. İç huzuru ile sırtımı yasladığım benim sarsılmaz çınarımdır, gölgesinde hayatın zorluğunu unuttuğum. Babamdır. Geçmiş Babalar günün kutlu olsun İsmail Hakkı Seçgin.