“Geri kalmış toplumlarda herkes her işi yapabilir sanır kendini. Örneğin ev yaptırırken mimarı gereksiz görür. Şiirin ne olduğunu da doğru dürüst anlamadığı için alt alta satırlar sıralamakla şiir yazdığını sanır. Üç beş dakikada yapılıveren bir iştir bu. Moliere’nin Kibarlık Budalası’nın sandığı gibi.”
Necati Cumalı hayli iyimser olsa gerek ki ev yaptırırken mimarı gereksiz bulanlardan örnek vermiş. Oysa bilimi topyekûn gereksiz bulanların egemenliğinde mimar zaten lüks. Mühendise hatta neredeyse bazen deneyimli inşaat işçisine bile hacet yok. İşin yapım aşaması da ayrı konu. Yasal düzenlemeler ve denetim de uzmanlara gerek görülmeksizin yapılıyor. Ülkenin tek liyakat kriteri ilahiyat!

Biz aslında bu depremle enkaz altında kalmadık. Öyle bir kültürsüzlük enkazı altındayız ki yıllardır derinleştirilen… Bizim enkazımız, sonumuzu hazırlayan aslında bu.

***

Depremler durmuyor. Ülkemizin en acılı yanı; bu kez öngörülen bir deprem, göz göre göre gelen bir felaketle yıkıldı. Enkaz altından 15 gün sonra kurtarılan insanlar var ve hâlâ kurtarılmayı bekleyenler. Hasarlı terk edilmiş evlerde camın önünde aç kalmış bekleyen hayvanlar var. Onlar birilerinin canı. Şu derin acılar içinde hayvanları kurtarılmaya değmez bulanlar aynı aymazlık nedeniyle bir hayvanla dostluk kurmanın - hele travma sonrası - ne kadar iyileştirici olabileceğini de bilmez. Ailesini kaybeden birinin kurtarılan kedisine sarılışını onunla hayata tutunuşunu kavrayamaz.

Kepçeler enkaza hunharca sokuluyor. Yurttaşına çadır ulaştıramayan, can kurtarmak için vinç gönderemeyen devlet sayısız vinçle enkaz süpürmekte. Hummalı bir çalışma. Enkaz altından kepçe operatörünün son anda tesadüfen fark ettiği bir can kurtarılınca haber oluyor. Peki ya fark edilmeyenler ne olacak. Bu kepçeler cansız bedenleri parçalayarak süpürecek. İnsanların anıları kepçelerle molozlara karılacak. Her şeylerini yitirmişlerin belki ömür boyu ceket cebinde taşıyacakları bir fotoğraf parçası kalmayacak geriye. Kepçelere "dur densin" diye haber yapan yok, ihmalin haber değeri yok edileli beri.

İşte tüm bunlar olurken bir de ajitasyon kültürüyle sınanıyoruz. Tüm emek can kurtarmaya, kurtulanlara insanca barınma koşulu sağlamaya verilmeli değil mi? Öyle olmuyor. Enkaz alanı kimileri için heyecan verici bir bienal mecrasına dönüşüyor. Yeterince acı yokmuş gibi acıyı göze sokmak için tuhaf bir romantizm. Görünmez acıları görünür kılmak için enstalasyonlara, arayışlara başvurulabilir ama acı her yeri sarmışken bunun güzellemesine ihtiyaç duymak anlaşılmaz. Biri oturmuş bunu düşünmüş, insanların bir çorap bulamadığı yerde balonlar bulmuş. Sonra da herkes uyurken saatlerce uğraşmış uyandıklarında uçuşan balonlar görsünler diye. Çocukların ölüşüne güzellemeler düzmek değil onları yaşatmak, kurtulan çocukların travmalarını saracak yöntemlere kafa yormak yerine bunları yapmış. Onların ölümüne neden olan ihmali işaret etmek yerine anlamsız ve can acıtan bir romantizmle mahvolmuş insanların tükenen gözyaşını canlandırmak istemiş.

***

Bütün ihmali yok sayarcasına aslında ölmüş olan annenin melek olup kepçenin önünde evladını kurtarışının “mucizesi” ilahiyat güzellemelerine uygun gündem olarak haberlerde anlatılıyor. Bu saçmalıklarla ölüm güzellemeleri yapılırken balonların olduğu enkaz önünde yakınlarının haberini bekleyen iki kadına İHA muhabiri “Ağlıyorsunuz ya! enkazda eşyaları ararken sizi çekelim” teklifinde bulunuyor. Artık balonların bir işlevi daha oldu. Ne mutlu yaratıcısına! Enkaz yarığından içeri mikrofon uzatmaktan daha iyi en azından değil mi? Henüz kurtarılmış çocuğu tek elindeki telefonla çekmek için karga tulumba sarsalayan mucize avcısının kucağındaki Azra melek olmuş kimin umurunda?! Gerçekler ve balon haberler arasında gezinmeye devam edersek devletimizin geniş bir antreden geçilerek girilen salon salomanje çadırlarını emlakçı edasıyla gezdiren muhabire de rastlarız. Elinde çorap ve kekle çocuklarla fotoğraflar paylaşıp. “Devlet burada” diyene de.

Ya da sıcak evinden stüdyoya gitmiş şöhreti eskimiş ama hevesinden ödün vermeyen şatafat ve keyif meraklısı gazeteciye; bu tip haberciliğin öncüsüne kulak verebiliriz. Yıllarca ülkenin en çok satan gazetesinin genel yayın yönetmeni olmuş haberciliği ajitasyon zanneden biri o. “Enkaz üstündeki balonlara, buna bile laf söyleniyor, hayatımıza biraz renk gelmesi lazım” derken eleştirenleri de ruhsuz bulmuş. Neyse ki yüce ruhuna haz veren iyi haber Newyork’tan gelmiş. Newyork’taki itibarlı küresel kaynağı ile yakınlığı yeterince etkili gelmemiş olacak. Oradan gelen haber meğer Paris’tenmiş. Müjde! Paris’te mutlaka yenmesi gereken 25 yemek arasında lahmacun da varmış. Şampanya da verelim lahmacun yanına. Devlet kepçeleriyle yerle bir edilen Sur’da renkli tabutların yanında verdiğiniz pozu enkaz üzerinde renkli balonların yanında alalım. Söz bak Newyork Times’a haber olur.